Glukoz, vücut için temel bir enerji kaynağıdır ve kan şekerinin ana bileşenidir. Kan glukoz seviyeleri, metabolik sağlığı ve diyabet gibi kronik hastalıkların yönetimini anlamak için önemlidir. Glukoz seviyelerini ölçmek, birçok kişi için günlük rutinin bir parçası haline gelmiştir. Bu makalede, glukozun nasıl ölçüldüğü, hipoglisemi ve hiperglisemi terimlerinin ne anlama geldiği, bu durumların sebepleri ve belirtileri hakkında daha fazla bilgi bulabilirsiniz.
Glukoz Nasıl Ölçülür?
Glukoz seviyelerini ölçmek için en yaygın yöntem, bir kan glukoz ölçüm cihazı olan glikometre kullanmaktır. Glikometreler, küçük bir kan damlasını test şeridi üzerine yerleştirerek glukoz seviyelerini hızlı ve etkili bir şekilde ölçer. Bu test genellikle parmak ucundan alınan bir damla kanla yapılır.
Hipoglisemi Nedir?
Hipoglisemi, kan şekerinin normal seviyelerin altına düştüğü durumdur. Kan şekerinin düşmesi, vücudun enerji ihtiyacını karşılayamamasına neden olur. Hipoglisemi, diyabet ilaçlarının veya insülinin aşırı doz alınması, uzun süreli açlık, aşırı egzersiz veya bazı metabolik bozukluklar gibi faktörlerden kaynaklanabilir.
Hipoglisemi Sebepleri Nelerdir?
- Diyabet ilaçları veya insülin kullanımı: Diyabet hastaları, kan şekerini düzenlemek için insülin veya oral hipoglisemik ilaçlar kullanır. Ancak, ilaçların veya insülinin aşırı dozda alınması veya zamanlamasında hata yapılması hipoglisemiye neden olabilir.
- Açlık veya atlanan öğünler: Uzun süreli açlık veya düzensiz yemek alışkanlıkları, kan şekerinin düşmesine yol açabilir. Öğün atlamak veya yetersiz karbonhidrat içeren bir diyet, vücudun enerji kaynağı olan glukozu sağlayamamasına neden olur.
- Aşırı egzersiz: Yoğun veya uzun süren fiziksel aktivite, vücuttaki glikozu hızla tüketir. Bu durum, kan şekerinin düşmesine ve hipoglisemiye neden olabilir.
- Alkol tüketimi: Alkol, karaciğerde depolanan glikojen seviyelerini düşürerek hipoglisemiye yol açabilir. Ayrıca, alkol, insülinin etkisini artırarak kan şekerini düşürebilir.
- Bazı ilaçlar: Bazı ilaçlar, özellikle insülin dışı hipoglisemik ajanlar, kan şekerini düşürebilir. Bu tür ilaçları kullanan kişilerde hipoglisemi riski artar.
- Hormonal dengesizlikler: Hormonların dengeyi sağlamadığı durumlar, hipoglisemiye neden olabilir. Örneğin, pankreasın insülin salgısı düzenini etkileyen insülinoma adı verilen tümörler, hipoglisemiye yol açabilir.
- Metabolik hastalıklar: Nadir durumlarda, metabolik hastalıkların neden olduğu enzim eksiklikleri veya metabolik bozukluklar hipoglisemiye sebep olabilir.
Hipogliseminin sebepleri kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Özellikle diyabet hastaları, kan şekerini düzenlemek için dikkatli bir şekilde ilaçlarını kullanmalı ve uygun beslenme alışkanlıklarına dikkat etmelidir. Herhangi bir hipoglisemi belirtisi yaşadığınızda veya endişeleriniz varsa, bir sağlık uzmanına başvurmanız önemlidir.
Hipoglisemi Belirtileri Nelerdir?
Hipoglisemi belirtileri, kan şekerinin düşmesiyle ortaya çıkar. Bu belirtiler, bireyden bireye farklılık gösterebilir, ancak yaygın olarak şunları içerir:
- Terleme
- Titreme veya ürperme
- Hızlı kalp atışı
- Baş dönmesi veya baş ağrısı
- İştah artışı
- Bulanık görme
- Konsantrasyon sorunları
- Sinirlilik veya huzursuzluk hali
- Yorgunluk veya halsizlik
- Sersemlik veya bayılma hissi
Bu belirtiler, hafiften şiddetliye kadar değişebilir ve hipogliseminin şiddetine bağlı olarak farklılık gösterebilir.
Hiperglisemi Nedir?
Kan şekerinin yüksek seviyelerde olması durumunu ifade eder. Bu durumda, en az 8 saat açlık sonrasında yapılan kan glukoz ölçümlerinde 100 mg/dl üzerinde bir değer veya şekerli bir içecek tüketildikten iki saat sonra yapılan ölçümlerde 140 mg/dl üzerinde bir değer tespit edilir.
Hiperglisemiye Yol Açan Nedenler
Diyabet: Diyabet, vücudun insülin hormonunu yeterince üretemediği veya kullanamadığı bir hastalıktır. İnsülin, kan şekeri seviyelerini düzenlemek için gereklidir. Diyabetli kişilerde hiperglisemi sık görülür.
Beslenme Alışkanlıkları: Dengesiz bir diyet, aşırı karbonhidrat ve şeker tüketimi, hiperglisemi riskini artırabilir. Özellikle işlenmiş gıdalar, tatlılar ve şekerli içecekler kan şekerini hızla yükseltebilir.
Fiziksel Aktivite: Aktif olmamak veya düzenli egzersiz yapmamak, vücudun glukozu enerjiye dönüştürmesini engelleyebilir ve hiperglisemiye neden olabilir.
İlaçlar: Bazı ilaçlar, özellikle kortikosteroidler ve diüretikler gibi, kan şekeri seviyelerini etkileyebilir ve hiperglisemiye yol açabilir.
Stres: Kronik stres, kortizol hormonunun artmasına neden olarak kan şekeri seviyelerini yükseltebilir.Enfeksiyonlar: Vücuttaki enfeksiyonlar, bağışıklık sistemini etkileyerek hiperglisemiye katkıda bulunabilir.
Hiperglisemi Belirtileri Nelerdir?
- Ağız kuruluğu
- Sürekli susama hissi
- Sık idrara çıkma
- Nefeste meyvemsi bir aseton kokusu
- Halsizlik
- Güçsüzlük
- Karın ağrısı
Hiperglisemiyi Önlemek İçin Yapılması Gerekenler
Sağlıklı bir beslenme düzeni:
Dengeli bir beslenme programı takip etmek, karbonhidrat alımını kontrol altında tutmak ve sağlıklı yağlar, proteinler ve lif içeren besinler tüketmek önemlidir.
Fiziksel aktivite:
Düzenli egzersiz yapmak, vücuttaki kan şekerini dengelemeye yardımcı olur. Egzersiz, hücrelerin glukozu daha etkili bir şekilde kullanmasına yardımcı olur ve insülin duyarlılığını artırır.
İlaç tedavisi:
Diyabet teşhisi konmuş bireyler genellikle insülin veya oral antidiyabetik ilaçlar kullanır. İlaç tedavisine uyum sağlamak ve düzenli olarak ilaçları almak kan şekerinin kontrol altında tutulmasına yardımcı olur.
Stres yönetimi:
Stres, kan şekerini olumsuz etkileyebilir. Stres yönetimi tekniklerini kullanmak, stresi azaltmak ve kan şekerini kontrol altında tutmak için önemlidir.
Düzenli kan şekerinin takibi:
Kan şekerini düzenli olarak kontrol etmek ve düşük veya yüksek değerlerin erken tespiti için kan şekeri ölçümlerini yapmak önemlidir. Sağlıklı bir yaşam tarzı, düzenli beslenme, egzersiz, ilaç tedavisi ve stres yönetimi gibi önlemlerle kan şekeri seviyelerini kontrol altında tutmak önemlidir. Düzenli kan şekeri takibi ve gerekli önlemlerin alınması, uzun vadeli sağlık sorunlarının önlenmesine yardımcı olur.
Sağlıklı Yaşam İçin Hücresel Check-Up
/in POPÜLER BÜLTENLERİçindekiler
Hastalık oluşmadan yıllar önce hücresel düzeydeki değişimleri tespit etmek ve hastalıkların önüne geçmek mümkün olabilir. Geleneksel tıbbi yaklaşım kapsamında uygulanan rutin check-up taramalarında bulgular hastalık oluştuktan sonra testlere yansırken, hücresel check-up taramalarında bulgular hastalık oluşmadan yıllar önce hücresel düzeyde tespit edilerek hastalık oluşumuna müdahale edilebilir.
HÜCRESEL CHECK UP TESTLERİN AMACI NEDİR?
“Kişiye Özgü Tip konsepti kişiyi bütünsel olarak değerlendirmenin yanı sıra kişiye özel yaklaşımla sağlığın korunmasını hedefler. “Hücresel check up” ile kişisel sağlığı etkileyen minerallerin, vitaminlerin, antioksidanların dengesi, hücresel inflamasyon ve oksidasyon düzeyi, mikrobiyota yapısı, bağışıklık tepkileri, stresle başa çıkma potansiyeli gibi faktörler tespit edilebilir ve yönetilebilir. Uzman ekibimiz rehberliğinde “Hücresel check up” sonuçlarınız değerlendirilir ve size özel kişisel sağlık uygulamaları planlanabilir. Bu uygulamaların kapsamındaki beslenme, yaşam tarzı düzenlemeleri, toksin eliminasyonu, hücresel dengelerin kurulması, stres yönetimi ve bağırsak mikrobiyota onarımı ile sağlığınız korunabilir.
Hücresel Check-Up ile sağlığınızda hedefi 12’den vurun
HÜCRESEL CHECK UP’IN KRONİK İNFLAMATUVAR HASTALIK SÜRECİNDEKİ ROLÜ NEDİR?
Günümüzün en büyük sağlık sorunu olan kronik inflamatuvar hastalıklar adeta salgın hastalık gibi toplumda artış göstermektedir. Uzun süre hücresel seviyede seyreden düşük dereceli inflamasyon, yillar sonra genetik yatkınlığımız doğrultusunda birçok kronik hastalığı tetikleyebilir. Kalp damar hastalıkları, diyabet, obezite, alerjiler, otoimmun hastalıklar, depresyon, Alzheimer, Parkinson ve kanser gibi pek çok hastalık kronik inflamasyon zemininde gelişir.
Kişiye özgü kronik inflamasyon nedenlerini bulup ortadan kaldırmak sağlıklı kalmak adına ilk yaklaşım olmalıdır. Daha sonra hücresel eksiklerin giderilmesi ve hücre dengesinin kurulması, toksik yükün temizlenmesi, oksidan-antioksidan dengesi, bağırsak flora onarımı, stres yönetimi, uyku düzeninin kurulması, yaşam tarzı ve beslenme düzenlemeleri gibi tedaviler ile bozulan sağlık dengesi düzeltilebilir. Hücresel düzeydeki sinsi seyirli bu inflamasyon “Hücresel check up” ile ölçülebilir ve yönetilebilir
HÜCRESEL CHECK UP İLE DÜZENLENMESİ HEDEFLENEN SİSTEMLER NELERDİR?
o Kronik Inflamasyon
o Oksidasyon
o Detoks Sistemi
o Mitokondri Sağlığı
o Mineral-Toksik Metal Dengesi
o Stres Yönetimi
o Zihin Sağlığı
o Bağırsak Sağlığı
HÜCRESEL CHECK-UP YAŞLANMA SÜRECİNDEKİ ROLÜ NEDİR?
Yaşlanma hızı; genetik ve çevresel etkenler nedeniyle bireyler arasında farklılık gösterir. “Kronolojik yaş” basitçe doğum tarihine göre hesaplanır, ancak bu “Biyolojik yaşlanmanın yani hücresel yaşlanmanın ölçüsü değildir. Aynı yaşta olan bireyler hem fiziksel görünüm, hem de hücre yaşı ve sağlığı bakımından büyük farklılıklar gösterebilir. Biyolojik yaşlanmanın sebebi olan kronik inflamasyon ve oksidasyon “Hücresel check-up” ile ölçülebilir.
Hücresel Check-up paketlerimiz için iletişime geçebilirsiniz
HÜCRESEL CHECK UP TESTLERİNİN GELENEKSEL RUTIN CHECK UP TESTLERİNDEN FARKI NEDİR?
Genellikle, geleneksel sağlık hizmetlerinde en acil semptom veya durum tedavi edilirken büyük resim gözden kaçırılır. Hastalığı ortaya çıkaran kök faktörler araştırılmaz. Oysa hastalıklar vücudun bütününü ilgilendirir ve kişiye özgüdür. Hastalık yok hasta vardır. “Hücresel check up” testleri hücresel moleküler düzeyde tetkikler sayesinde hastalıkların kök nedenini araştırıp çözümlenmesine destek olur, sağlığı bütünsel olarak ve kişiye özel ele alır. “Geleneksel rutin check-up” tetkiklerinde organ hasarı veya hastalık oluştuktan sonra testlere değişimler yansırken, “Hücresel check up” testlerinde bulgular hastalık oluşmadan yıllar önce hücresel düzeyde tespit edilerek hastalik oluşumuna müdahale edilebilir.
HÜCRESEL CHECK-UP PANELİ (TEMEL)
o Oksidatif Stres ve Hücre Yaşlanması Paneli
o Geçirgen Bağırsak Paneli
o Mineral-Metal Paneli
o Koenzim Q 10
o Vitamin B12
o Folik Asit
o Vitamin D
o Homosistein
o Kan Sayımı
o HOMA-IR
o hs-CRP
o Ferritin
HÜCRESEL CHECK-UP PANELİ (GENİŞ)
o Oksidatif Stres ve Hücre Yaşlanması Paneli
o intestinal Mikrobiyom Testi
o Geçirgen Bağırsak
o ALCAT (inflamatuvar Gıda Duyarlılık Testi)
o Mineral – Metal Paneli
o Adrenal Stres Profili
o Omega-3 İndeksi
o Koenzim Q 10
○ Vitamini B12
o Folik Asit
○ Vitamin D
○ Homosistein
o Kan Sayımı
o HOMA-IR
○ Hemoglobin Alc
o hs-CRP
○ Ferritin
Biruni Sağlıklı Yaşam Uzmanı
Biruni Sağlıklı Yaşam Danışmanı Klinik Biyokimya Uzmanı Dr. Semra Tamer Levent, sağlıklı yaşamda Hücresel Check-Up’ın öneminden bahsediyor.
Mobil Sağlık Hizmetimiz İçin
https://birunimobil.com.tr/
Check-Up Listemiz İçin
https://biruni.com.tr/hizmetlerimiz/check-up-listesi/
İRRİTABL BAĞIRSAK SENDROMU (IBS)
/in BİLİMSEL BÜLTENLERİrritabl Bağırsak Sendromu (IBS), en sık görülen fonksiyonel bağırsak hastalığıdır. Bireylerin yaşam kalitesi üzerine olan olumsuz etkilerinden dolayı fonksiyonel bağırsak hastalıklarının oluşumu ve tedavi süreçlerinin anlaşılması önemlidir. Gastrointestinal şikayetleri olan ve doktora başvuran hastaların yaklaşık %50’si IBS tanısı almaktadır.
IBS NEDENLERİ
Araştırmalar, IBS’de genetik, fizyolojik, psikolojik, sosyal ve kültürel birçok faktörün rol aldığını göstermektedir. Fizyopatolojisinde diyet, psikolojik faktörler, geçirilmiş bağırsak enfeksiyonu ve bağırsak florasının rol oynadığı bilinmektedir. Bakteriyel metabolitler ve nörotransmitterler, aynı zamanda santral sinir sistemi gibi enteral sinir sistemi fonksiyonlarını da etkileyerek intestinal motiliteyi artırıp azaltabilir. Bu faktörlerin bileşimindeki herhangi bir değişiklik IBS patogenezinde rol oynar ve IBS alt tipini belirler. Ağırlıklı diyare semptomları ile seyreden IBS (IBS-D), ağırlıklı konstipasyon semptomları ile seyreden IBS (IBS-C) ya da karışık dönüşümlü olan IBS (IBS-M) olabilir.
İRRİTABL BAĞIRSAK SENDROMU, en sık görülen fonksiyonel bağırsak hastalığıdır. Gastrointestinal şikayetleri olan hastaların %50’si IBS tanısı almaktadır.
İRRİTABL BAĞIRSAK SENDROMU, en sık görülen fonksiyonel bağırsak hastalığıdır. Gastrointestinal şikayetleri olan hastaların %50’si IBS tanısı almaktadır.
IBS PANELİ
İrritabl Bağırsak Sendromu Paneli, gaitada patojenik olarak önemli nörotransmitterler ve metabolitleri saptar. Panel içeriğinde histamin, triptofan, serotonin ve GABA analizleri yer almaktadır. Panel içeriği, 45 IBS hastasının değerlendirildiği bir pilot çalışmanın sonuçlarına dayanmaktadır (Schütz ve ark., 2019). Hastaların en az %81’inde bir ya da daha fazla parametrede bozukluk gösterilmiştir.
İRRİTABL BAĞIRSAK SENDROMU Pilot Çalışma Örneği
Hastaların %31’inde Histamin düzeyleri yüksek bulunurken, %57’sinde triptofan düzeyleri düşük bulunmuş ve %47’sinde serotonin düzeylerinde yetersizlik saptanmıştır. Hastaların %48’inde GABA eksikliği saptanmıştır.
Diğer Bilimsel Bültenlerimizi Görmek İçin Tıklayabilirsiniz.
Biruni Mobil Sağlık Hizmetimizden Faydalanmak İçin Tıklayabilirsiniz.
Glukoz Nedir?
/in Faydalı Bilgilerİçindekiler
Glukoz, vücut için temel bir enerji kaynağıdır ve kan şekerinin ana bileşenidir. Kan glukoz seviyeleri, metabolik sağlığı ve diyabet gibi kronik hastalıkların yönetimini anlamak için önemlidir. Glukoz seviyelerini ölçmek, birçok kişi için günlük rutinin bir parçası haline gelmiştir. Bu makalede, glukozun nasıl ölçüldüğü, hipoglisemi ve hiperglisemi terimlerinin ne anlama geldiği, bu durumların sebepleri ve belirtileri hakkında daha fazla bilgi bulabilirsiniz.
Glukoz Nasıl Ölçülür?
Glukoz seviyelerini ölçmek için en yaygın yöntem, bir kan glukoz ölçüm cihazı olan glikometre kullanmaktır. Glikometreler, küçük bir kan damlasını test şeridi üzerine yerleştirerek glukoz seviyelerini hızlı ve etkili bir şekilde ölçer. Bu test genellikle parmak ucundan alınan bir damla kanla yapılır.
Hipoglisemi Nedir?
Hipoglisemi, kan şekerinin normal seviyelerin altına düştüğü durumdur. Kan şekerinin düşmesi, vücudun enerji ihtiyacını karşılayamamasına neden olur. Hipoglisemi, diyabet ilaçlarının veya insülinin aşırı doz alınması, uzun süreli açlık, aşırı egzersiz veya bazı metabolik bozukluklar gibi faktörlerden kaynaklanabilir.
Hipoglisemi Sebepleri Nelerdir?
Hipogliseminin sebepleri kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Özellikle diyabet hastaları, kan şekerini düzenlemek için dikkatli bir şekilde ilaçlarını kullanmalı ve uygun beslenme alışkanlıklarına dikkat etmelidir. Herhangi bir hipoglisemi belirtisi yaşadığınızda veya endişeleriniz varsa, bir sağlık uzmanına başvurmanız önemlidir.
Hipoglisemi Belirtileri Nelerdir?
Hipoglisemi belirtileri, kan şekerinin düşmesiyle ortaya çıkar. Bu belirtiler, bireyden bireye farklılık gösterebilir, ancak yaygın olarak şunları içerir:
Bu belirtiler, hafiften şiddetliye kadar değişebilir ve hipogliseminin şiddetine bağlı olarak farklılık gösterebilir.
Hiperglisemi Nedir?
Kan şekerinin yüksek seviyelerde olması durumunu ifade eder. Bu durumda, en az 8 saat açlık sonrasında yapılan kan glukoz ölçümlerinde 100 mg/dl üzerinde bir değer veya şekerli bir içecek tüketildikten iki saat sonra yapılan ölçümlerde 140 mg/dl üzerinde bir değer tespit edilir.
Hiperglisemiye Yol Açan Nedenler
Diyabet: Diyabet, vücudun insülin hormonunu yeterince üretemediği veya kullanamadığı bir hastalıktır. İnsülin, kan şekeri seviyelerini düzenlemek için gereklidir. Diyabetli kişilerde hiperglisemi sık görülür.
Beslenme Alışkanlıkları: Dengesiz bir diyet, aşırı karbonhidrat ve şeker tüketimi, hiperglisemi riskini artırabilir. Özellikle işlenmiş gıdalar, tatlılar ve şekerli içecekler kan şekerini hızla yükseltebilir.
Fiziksel Aktivite: Aktif olmamak veya düzenli egzersiz yapmamak, vücudun glukozu enerjiye dönüştürmesini engelleyebilir ve hiperglisemiye neden olabilir.
İlaçlar: Bazı ilaçlar, özellikle kortikosteroidler ve diüretikler gibi, kan şekeri seviyelerini etkileyebilir ve hiperglisemiye yol açabilir.
Stres: Kronik stres, kortizol hormonunun artmasına neden olarak kan şekeri seviyelerini yükseltebilir.Enfeksiyonlar: Vücuttaki enfeksiyonlar, bağışıklık sistemini etkileyerek hiperglisemiye katkıda bulunabilir.
Hiperglisemi Belirtileri Nelerdir?
Hiperglisemiyi Önlemek İçin Yapılması Gerekenler
Sağlıklı bir beslenme düzeni:
Dengeli bir beslenme programı takip etmek, karbonhidrat alımını kontrol altında tutmak ve sağlıklı yağlar, proteinler ve lif içeren besinler tüketmek önemlidir.
Fiziksel aktivite:
Düzenli egzersiz yapmak, vücuttaki kan şekerini dengelemeye yardımcı olur. Egzersiz, hücrelerin glukozu daha etkili bir şekilde kullanmasına yardımcı olur ve insülin duyarlılığını artırır.
İlaç tedavisi:
Diyabet teşhisi konmuş bireyler genellikle insülin veya oral antidiyabetik ilaçlar kullanır. İlaç tedavisine uyum sağlamak ve düzenli olarak ilaçları almak kan şekerinin kontrol altında tutulmasına yardımcı olur.
Stres yönetimi:
Stres, kan şekerini olumsuz etkileyebilir. Stres yönetimi tekniklerini kullanmak, stresi azaltmak ve kan şekerini kontrol altında tutmak için önemlidir.
Düzenli kan şekerinin takibi:
Kan şekerini düzenli olarak kontrol etmek ve düşük veya yüksek değerlerin erken tespiti için kan şekeri ölçümlerini yapmak önemlidir. Sağlıklı bir yaşam tarzı, düzenli beslenme, egzersiz, ilaç tedavisi ve stres yönetimi gibi önlemlerle kan şekeri seviyelerini kontrol altında tutmak önemlidir. Düzenli kan şekeri takibi ve gerekli önlemlerin alınması, uzun vadeli sağlık sorunlarının önlenmesine yardımcı olur.
Mikrobiyota Nedir?
/in POPÜLER BÜLTENLERİçindekiler
İnsan vücudu, çoğunluğunu bakterilerin oluşturduğu mantar, virüs ve diğer tek hücrelileri içeren çeşitli mikroorganizmaları barındırır. Bu mikroorganizmalara “Mikrobiyota” denilmektedir. İnsan vücudundaki mikroorganizmaların büyük çoğunluğu, başta bağırsak olmak üzere deri, üreme organları ve solunum sisteminde bulunur. Bağırsaklarımız, vücudumuzdaki en yoğun ve en çeşitli mikroorganizma topluluğunu barındırmaktadır.
MİKROBİYOTA NE İŞE YARAR?
Bağırsak mikrobiyotası fizyolojik, metabolik fonksiyonlar ve bağışıklık sistemimiz üzerinde oldukça aktif ve karmaşık görevler üstlenmektedir.
Yararlı bağırsak bakterileri;
●Ortamı asit hale getirirler, hastalık yapıcı zararlı bakterilerin çoğalmasına, engel olurlar.
●Kalsiyum, magnezyum, demir ve çeşitli minerallerin emiliminde önemli rol oynarlar.
●B1, B2, B6, B12 ve K vitaminlerinin üretim ve emilimine katkıda bulunurlar.
●Bağışıklık sisteminin oluşumu ve gelişimine katkıda bulunur ve hayat boyu işleyişinde rol oynarlar.
BAĞIRSAK MİKROBİYOTASINI ETKİLEYEN FAKTÖRLER
● Doğum şekli
●Anne sütü alımı
●Antibiyotik, mide asidini düşüren ilaç vb kullanımı
●Çevresel faktörler (hava kirliliği, metaller, boyalar vb)
●Stres
●Kronik sindirim sistemi hastalıkları
●Beslenme
●Genetik faktörler
●Yaşanılan coğrafi mikrobiyota
BOZULMUŞ BAĞIRSAK MİKROBİYOTASI İLE İLİŞKİLİ HASTALIKLAR
●Diyabet, obezite, metabolik sendrom
●Alerjik hastalıklar (rinit, astım, atopik egzama)
●Fonksiyonel bağırsak hastalıkları (irritabl bağırsak sendromu, infantil kolik)
●İnflamatuvar bağırsak hastalığı, kolit
●Otizm, depresyon, anksiyete
●Romatoid artrit, alkolik olmayan karaciğer yağlanması
●Kalp damar hastalıkları
●Kolon kanseri
BAĞIRSAK MİKROBİYOTA İÇERİĞİ NASIL SAPTANIR?
Bakterilerin karakteristik özellikleri genlerinde kodlanmıştır. Dışkı örneğinde, yeni geliştirilmiş çok hassas bir yöntemle (DNA sekanslama) bakteri genleri saptanarak bağırsak mikrobiyotasını oluşturan bakterilerin tanımlanması mümkün olabilmektedir
BAĞIRSAK MİKROBİYOTA İÇERİĞİNİN BİLİNMESİNİN SAĞLIĞIMIZA KATKISI
Sağlıklı ve uzun yaşamın anahtarı sağlıklı bir bağırsak yapısıdır. Parmak izi kadar kişiye özel olan bağırsak mikrobiyota durumunun bilinmesinde sayısız yarar vardır. Mikrobiyota analizi ile kişiye özel tedavi yaklaşımları mümkün olmakta, artmış ya da azalmış bakterilerin varlığına göre diyet düzenlemesi, uygun probiyotik ve prebiyotiklerin kullanımı gibi çözümler önerilebilmektedir
Diğer Popüler Bültenlerimizi Okumak İçin Tıklayabilirsiniz
Biruni Mobil Sağlık Hizmetimizden Faydalanmak İçin Tıklayabilirsiniz.
İnsülin Direnci Nedir?
/in Faydalı Bilgilerİçindekiler
İnsülin direnci (IR); insülinin glukozu hücre içine gönderme etkisinin azalması veya kaybolması olayıdır. Bu olay sonunda kanda artan glikoz, insülin salgılama mekanizmasını uyarır ve daha fazla insülin salınmasına yol açar. Sağlıklı popülasyonda % 25 oranında insülin direnci görülür.
İnsülin metabolizmanın düzenleyici temel hormonlarından biridir. Besinlerle alınan şeker yüksek seviyelere ulaştığında kan şekeri seviyesini normal aralıkta tutmak için insülin salınır.
İNSÜLİN NEDEN GÖRÜLÜR?
Hareketsiz yaşam tarzı, yüksek kalorili beslenme alışkanlığı gibi çevresel faktörlerin yanında, genetik özellikler de insülin gelişiminde rol oynamaktadır.
Diyet düzenlenmesi ve egzersizi içeren yaşam tarzı değişiklikleri ile insülin direnci gerileyebilir.
İNSÜLİN DİRENCİ HANGİ HASTALIKLARA YOL AÇABİLİR?
İnsülin direncine müdahale edilmediğinde, uzun dönemde birçok hastalığa sebep olabilir. Kardiyovasküler hastalıklar, obezite, polikistik over sendromu gibi ciddi hastalıklarda risk artışı görülür. Tip 2 Diyabetes Mellitus gelişir.
İnsülin, , hiperinsülinemi (kanda insülin yüksekliği), obezite, dislipidemi (kanda yağ, kolesterol ve lipid türlerinin anormal seviyede olması), hipertansiyon (yüksek tansiyon) durumları hastada bir arada görülebilir. Bu durumda hasta metabolik sendrom hastası olarak değerlendirilmelidir.
İNSÜLİN DİRENCİ BELİRTİLERİ NELERDİR?
İnsülin direnci ortaya çıktığında hemen klinik belirti vermeyebilir. İnsülin gelişiminin kişide fark edilebilir belirtilere yol açması yıllar sürebilir.
İNSÜLİN VE BESLENME
İnsülin direnci ile ilişkili; metabolik sendrom, diyabet, hipertansiyon, dislipidemi, gibi hastalıkların ve komplikasyonlarının önlenmesinde ve tedavisinde beslenmenin düzenlenmesi önemli bir yer tutmaktadır.
İnsülinin başlangıç aşamalarındaki bireyler, beslenme düzenlenmesi ve egzersiz sayesinde ideal kilolarına ulaştıklarında ve ideal kiloyu uzun süreli koruduklarında, hipertansiyon, diyabet ve dislipidemi oluşumunun önüne geçilmesi mümkün olmaktadır. Kilo kontrolünü amaçlayan çok sayıda diyet modeli mevcuttur. Temel prensip, tüketilen kaloriyi kısıtlamak, karbonhidrat ve/veya protein kısıtlaması gibi makro besin dengesini sağlamak ve egzersiz programı ile desteklemektir. Karbonhidrat miktarı kısıtlanmış diyetlerin serum glikoz ve insülin seviyelerinde düşüşe yol açabileceği gösterilmiştir.
Folik Asit Nedir?
/in Faydalı Bilgilerİçindekiler
Folik Asit Nedir? Besinlerde B9 vitamini olarak bulunan folat, insan vücudunda sentezlenemeyen önemli bir B-kompleks vitamindir. Hem hayvansal hem bitkisel kaynaklı gıdalarda bulunur. Vücutta depolanamaması sebebiyle düzenli olarak besinlerle alınması gerekir. Folik asit ise folat vitamininin sentetik halidir.
FOLİK ASİTİN GÖREVLERİ NELERDİR?
FOLİK ASİT EKSİKLİĞİ BELİRTİLERİ NELERDİR?
Folik asit alımının yetersiz olduğu toplumlarda megaloblastik anemi (folik asit eksikliğine bağlı anemi), kardiovaskuler hastalıklar, major depresyon, şizofreni, Alzheimer hastalığı ve çeşitli karsinomların riskinin arttığı bildirilmektedir. Özellikle gebelikte folat eksikliği ile nöral tüp defektleri (NTD) ve bazı konjenital anomaliler arasında ilişki kuran birçok çalışma mevcuttur.
Folik asit eksikliğine bağlı olarak görülen bazı belirtiler:
İştahsızlık, kilo kaybı
Yorgunluk, uyku hali
Konsantrasyon eksikliği
Baş ağrısı
Ağız yaraları
FOLİK ASİT EKSİKLİĞİ NEDENLERİ NELER OLABİLİR?
Çölyak ve emilim bozukluklarına neden olan bağırsak rahatsızlıkları folik asit eksikliğine neden olabilir. Hamilelik, sık alkol kullanımı, diyaliz hastaları folik asit eksikliği riski altındadır. MTHFR gen mutasyonu, vücudun folik asit ve diğer önemli B vitaminlerini işleme şeklini engellemesi sebebiyle folik asit eksikliğine neden olur.
HAMİLELİKTE FOLİK ASİT KULLANIMI NEDEN ÖNEMLİDİR?
Yapılan çalışmalar sonucunda; gebelikte folat ihtiyacının arttığı bildirilmektedir. Bunun nedeni hem fetüs hem de gebe kadınlarda doku sentezi ve diğer fizyolojik değişikliklerdir. Artan folat gereksinmesinin tek başına diyet ile karşılanması mümkün olmadığından gebelerde folik asit desteği tüm dünyada önerilmektedir. Gebelik boyunca, mümkünse öncesinde NTD, anemi ve diğer sağlık sorunlarını önlemek amacı ile DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü ) her kadına günlük 400 mcg (400 mikrogram) veya 0.4 mg folik asit alımı önermektedir.
FOLİK ASİT HANGİ BESİNLERDE BULUNUR?
Folik asitin doğal formu olan folat, vücutta depolanmaması sebebiyle düzenli olarak besinlerle alınması önemlidir. Zengin kaynaklar koyu yeşil yapraklı sebzeler (brokoli, ıspanak vb.), kuru baklagiller (nohut, mercimek, fasulye vb.), portakal, greyfurt, yer fıstığı, badem ve karaciğerdir. Ancak karaciğer depo organı olması nedeni ile gebelerde tüketimi önerilmemektedir.
Tablo 1. Bazı besinlerin 100 gramlarının içerdiği ortalama folat miktarları (Türkiye Ulusal Gıda Kompozisyonu Veri Tabanı, 2018)
FOLİK ASİT EKSİKLİĞİ TANI TESTLERİ
Folik asit testi koldan alınan kan numunesi ile yapılmaktadır. Folat ve B12 vitaminlerinin düzeyleri ölçülür. Test öncesinde 6-8 saat açlık gerekir. Folat metabolizmasının değerlendirilebilmesi için MTHFR gen mutasyonu testi yapılabilir. Test, açlık durumu aranmadan koldan alınan kan numunesi ile yapılmaktadır.
SIBO NEDİR? (Small Intestinal Bacterial Overgrowth)
/in BİLİMSEL BÜLTENLERİçindekiler
Mikrobiyom bağırsaklarda yaşayan canlı bir evrendir. Bağırsak bakterileri sindirim ve immün sistem ile hormon dengesini etkileyebilir. Mikroorganizmalar ince bağırsakta sayıca artış gösterdiğinde SIBO (Small Intestinal Bacterial Overgrowth) gelişir. Şişkinlik, karın krampları, ishal ya da kabızlığın yanı sıra migren, uyku bozuklukları ve depresif ruh hali tipik SIBO semptomlarıdır. Bunlara ek olarak şiddetli vitamin ve mineral eksiklikleri, bağırsak mukozasında iltihaplanma ve immün
sistem yetersizliği gelişebilir.
SIBO NEDİR?
SIBO, ince bağırsakta bulunan bakterilerin olması gerekenden daha fazla sayıda kolonize olmasıdır. Sağlıklı bir ince bağırsak florasında (<103 CFU / ml) kalın bağırsağa ( 109-1012 CFU / ml) kıyasla çok düşük bakteri sayısı mevcuttur. SIBO varlığında ise ince bağırsak bakteri sayısı artar ve ml’de 103 CFU üzerine çıkar. Bu bakteriler karbonhidratları metabolize ederken gastrointestinal yakınmalardan sorumlu olabilen hidrojen, karbondioksit ve kısa zincirli yağ asitleri ortaya çıkar.
Yaygın görülen semptomlar
Ek olarak görülen semptomlar
KİMLER ETKİLENEBİLİR?
Yakın zamana kadar SIBO’nun spesifik bulguları bilinmiyordu. Hala tanı almayan birçok SIBO hastası bulunuyor. Bazı çalışmalar SIBO’nun kadınlar ve ileri yaş insanlarda daha sık görüldüğünü göstermiştir. Yapılan çalışmalar sayesinde SIBO’nun nedenlerini ve risk grubundaki insanları tanımlamak mümkün olmuştur. Tablo SIBO’nun olası risk faktörlerini göstermektedir.
NASIL TANI KONULUR?
Nefes testi noninvaziv, güvenilir ve kolay uygulanabilir bir yöntemdir. Test prosedürü bakteriler tarafından üretilen hidrojen ve metan konsantrasyonlarını %100’e yakın bir hassasiyet ile saptar. Referans örneği alındıktan sonra hasta test kitinin sağladığı laktuloz solüsyonunu içer. Hidrojen ve metan konsantrasyonları
belirli zaman aralıklarında ölçülür. Hidrojen ve metan konsantrasyonları 90 dk. içerisinde referans aralığın üzerine çıkarsa SIBO tanısı konulur.
ENDİKASYONLAR
SIBO RİSK FAKTÖRLERİ
Mekanik İleus
Bağırsak fizyolojisindeki mekanik değişiklikler mikroorganizma dağılımındaki değişikliklere neden olur.
Sistemik Hastalıklar
Birden fazla organı tutan kronik hastalıklar mikrobiyomu etkiler. Yapılan son çalışmalar, aşırı kilo alımı ve obezitenin SIBO gelişimini tetiklediğini göstermiştir.
Motilite Sorunları
Yavaşlamış gastrointestinal peristaltizm alınan gıda ve mikroorganizmaların bağırsağa geçişini geciktirir. Bu durum mikroorganizmaların proliferasyonuna ve
yayılmasına neden olur.
İlaçlar
(örn: proton pompası inhibitörleri)
Opioidler peristaltizmi inhibe eder. Proton pompası inhibitörleri gastrik asit üretimini engeller. Güçlü antibakteriyal etkisi olan gastrik asidin engellenmesi ince bağırsakta bakteri oluşumuna neden olur.
Malabsorpsiyon
(Crohn, Ulteratif kolit vb.)
Gastrik asit, safra asitleri ve sindirim enzimleri mikrobiyomun düzenlenmesinde rol oynarlar. Mikroorganizmaların bağırsakta proliferasyonunu kontrol ederler. IBD ve diğer malabsorbsiyon bozuklukları nedeniyle sindirilememiş gıda komponentleri mikroorganizmaların gelişimine katkı sağlar.
İmmün Yetmezlik
Zayıf intestinal mukozal bağışıklık bakteri artışını önleyemez ve patojenik mikroorganizma ve metabolitlerine karşı koruyuculuk sağlayamaz.
Diğer Risk Faktörleri
Divertikül ve İntestinal mukoza arasında besin atıkları oluşabilir ve bu ortam mikroorganizmaların hızla çoğalmasına sebep olur. Motilite bozuklukları, malabsorbsiyon, mide ve safra asit üretiminin azalması gibi fizyolojik yaşlanma süreci SIBO gelişimine neden olabilir.
SIBO TESTİ ÖNCESİ HAZIRLIK
4 hafta önce:
Antibiyotik kullanılmamalı
7 gün önce:
Laksatif ve Antiasit kullanılmamalı
48 saat önce:
– Probiyotik ve prebiyotik alınmamalı
Tüketilmemesi gereken gıdalar:
– Şeker içeren tüm gıdalar, bal, reçel, meyve suyu, kola vb. meşrubatlar
– Alkol
– Tam tahıllı ürünler, tam buğday, çavdar, yulaf, arpa, makarna, bulgur, mısır gevreği, esmer pirinç, karabuğday, kinoa
– Kurubaklagiller, mercimek, fasulye, barbunya, nohut, bezelye
– Brokoli, karnabahar, lahana, mısır, havuç, enginar, yer elması, çiğ sebzeler
– Kuruyemişler, badem, ceviz, fındık, chia tohumu, keten tohumu
– Meyve ve kuru meyveler
Yenilebilecek gıdalar:
– Beyaz ekmek içi, beyaz pirinç
– Haşlanmış et, tavuk, balık
– Yumurta, lor peyniri
– Kabuksuz ve iyi pişmiş sebze
12 saat önce:
– Teste 12 saatlık açlık sonrası başlanmalı (Sadece su içilebilir)
– Sakız çiğnenmemeli,
– Diş macunu ve gargara yapılmamalı (dişler sadece suyla yıkanabilir)
– Sadece en önemli ilaçlarınız alınabilir. (doktorunuza danışınız)
1 saat önce:
– Sigara içilmemeli Pasif içici olmamalı
– Fiziksel egzersiz yapılmamalı
– Uyunmamalı
Test esnasında:
– Test solüsyonunu aldıktan sonra su içilmemeli
– Solüsyonu aldıktan 1 saat sonra, su içilebilinir
Depresyon Nedir?
/in Faydalı Bilgilerİçindekiler
Majör depresif bozukluk olarak da bilinen depresyon, davranışlarınızı ve hislerinizi dolayısıyla da rutin işlerinizi olumsuz şekilde etkileyen ciddi bir psikiyatrik sorundur. Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) göre tüm dünyadaki yetişkinlerin yaklaşık olarak %5’i depresyon probleminden muzdariptir. Kronik bir üzüntü ve suçluluk hali, eskiden zevkle yapılan eylem ve faaliyetlere karşı duyulan ilginin veya zevkin azalması, kronik yorgunluk, uykusuzluk veya uyku kalitesinin azalması, konsantrasyonun zayıflaması ve bir işe odaklanmakta güçlük yaşama gibi bulgular ve hatta ölüm ya da intihar düşünceleri oldukça karakteristik olup temel depresyon belirtileri arasında sayılmaktadır. Depresyon, bireylerin işlevselliğini önemli ölçüde azalttığından küresel hastalık yükü üzerindeki önemli payına sürekli dikkat çekilmektedir.
Depresyon Türleri
Çoğu zaman “depresyon nedir?” sorusuna yanıt aranırken depresyonun tek tip bir sorun olduğu düşünülse de bu doğru değildir. İnsanları farklı düzeyde etkileyen ve farklı sorunlardan köken alan depresyon çeşitleri tanımlanmıştır. Haftanın her günü olmasa da çoğu gününde kendinizi depresif hissediyorsanız majör depresyon hastası olmanız olasıdır. İki yıl ya da dahafazla süren depresyonunuz varsa kalıcı depresif bozukluğa sahip olabilirsiniz. Bunlardan başka, bipolar bozukluğun eşlik ettiği manik depresyon, mevsim geçişlerinde sıkça rastlanan mevsimsel duygu durum bozukluğu, psikotik depresyon, doğum sonrasında sıkça gözlenen postpartum depresyon, atipik depresyon ve tedaviye dirençli depresyon gibi pek çok çeşidi de mevcuttur. Bu noktada kendinizde bazı belirtilerin olduğunu düşünüyorsanız doğru tedavinin yapılması için hangi depresyon türüne sahip olduğunuzu bilmek büyük önem taşımaktadır.
Depresyonun Nedenleri Nelerdir?
Depresyona sebep olabilecek çok çeşitli faktörler tanımlanmıştır. Bunlar arasında en iyi bilineni beynin kimyasal yapısındaki olumsuz değişikliklerdir. Beyin kimyası üzerinde söz sahibi olan en önemli kimyasallar nörotransmitterlerdir. Önemli bir nörotransmitter olan serotonin herkesin yakından bildiği, insanda mutluluk ve canlılık hissi yaratan bir moleküldür. Serotoninin yapımında yüksek düzeyde triptofan amino asiti kullanılmaktadır. Çikolatada da yüksek düzeyde triptofan bulunduğundan çikolata tüketilince mutlu olmanın sebebinin serotonin düzeyindeki artışa bağlı olabileceği düşünülmektedir. İnsanlarda IDO1 geni tarafından sentezlenen İndolamin-pirol 2,3-dioksijenaz (IDO), triptofan metabolizmasındaki kilit enzim olduğundan son dönemde yapılan çalışmalar depresyon üzerinde önemli etkileri olabileceğine işaret etmektedir. Bunlar haricinde genetik yapı ve kalıtsal özellikler, diyabet, parkinson ya da otoimmün hastalık öyküsü gibi başka hastalıkların var olmasının ve bazı ilaç türlerinin de depresyona neden olabilecek ya da depresyonun seyrini ve şiddetini değiştirebilecek önemli faktörler olduğu kanıtlanmıştır. Tüm bunlar arasında elbette kişilik özellikleri ve travmatik olaylar, depresyona yakalanmak için önemli paya sahiptir. Tüm bu biyolojik ve psikolojik özelliklerin bileşimi belirtilerin süresi ve depresyon evreleri üzerinde belirleyici olan ana unsuru oluşturmaktadır.
Depresyon Tanısına Yaklaşım
Depresyonun gelişiminde sadece psikolojik değil, aynı zamanda biyolojik faktörlerin de rol oynağı bilinmektedir. Biyolojik faktörlerin laboratuvar tanısı artık mümkündür ve depresif hastalarda bireyselleştirilmiş tedaviler için yeni bir yaklaşım sağlar. Son dönemlerde kan, idrar ve tükürükten bakılabilen hormon ve nörotransmitter madde düzeylerinin depresyon tanısına ve şiddetine yüksek düzeyde bir başarıyla işaret edebileceği anlaşılmış olup, bu uygulamalar rutin olarak kullanılmaya başlamıştır.
Depresyon-anksiyete paneli testi nörotransmitter denen tüm bu hormon yapılarının metabolizmasını ayrıntılı bir şekilde ölçerek şikayetlerin kök nedenini saptayabilir.
Uygun ve zamanında tedaviyle depresyondan kurtulmak kolaydır. Bu noktada doğru, kesin ve hızlı tanı almak sürecin en önemli noktasıdır.
Çinko nedir?
/in Faydalı BilgilerÇinko (Zn) insan vücudunda demirden sonra en bol bulunan ikinci eser elementtir. Vücut tarafından üretilmediği için dışarıdan alınması gerekir. Hücrelerin yapısal ve fonksiyonel bütünlüğü için kritik rol oynar.
Yetişkin bir insanda ortalama 2-3 gr. çinko bulunmaktadır. Çinkonun %60’ı kaslarda, %5’i karaciğerde, %20-30’u kemikte ve %1.6’sı beyinde bulunur. Deri ve saçtaki çinko oranı %6 olup metabolizmaya katılamaz.
Çinko’nun faydaları nelerdir?
Çinko eksikliği belirtileri nelerdir?
Çinko eksikliği neden olur?
Bazı besinler, vitaminler ve mineraller çinko emilimini etkileyerek çinko eksikliği veya fazlalığına neden olabilirler. Fitatlar, fosfatlar, lifli besinler, kalsiyum, oksalat, bakır, kadmiyum, inorganik demir, kalay ve toprak çinko emilimini azaltır. Hamilelik ve büyüme, gelişme dönemlerinde de çinko eksikliği görülebilir.
Çinko fazlalığı belirtileri nelerdir?
Aşırı çinko alımına bağlı olarak akut ve kronik çinko zehirlenmesi oluşabilmektedir. Çinko fazlalığı bakırın emilimini azaltarak bakır eksikliğine neden olabilir. Kanda yüksek çinko değerleri apoptozisi* inhibe edebilir. (*Apoptozis; mutant hasarlı veya işlevi olmayan hücrelerin uzaklaştırılması için gerekli biyolojik bir mekanizmadır.)
Kas krampları, mide bulantısı, kusma, ishal, baş ağrısı gibi belirtilere neden olabilir.
Çinko düzeyi nasıl ölçülür?
Çinkonun tamamına yakını hücre içinde bulunur. Rutin laboratuvar analizlerinde hücre dışında (serumda) yapılan değerlendirme yeterli değildir. Bu nedenle çinkonun hem hücre içi hem hücre dışı alanda çalışılması en hassas değerlendirmeyi sağlar.
Çevreye ve Doğaya Destek Projelerimiz
/in Sürdürülebilirlikİçindekiler
Yazı Boyutunu Değiştirebilirsiniz
4 Temmuz 1983 tarihinden kuruluş tarihimizden itibaren Biruni Laboratuvarı olarak “Daha Yeşil Bir Dünya” hedefine destek vererek, Sıfır Atık projemizle hem atık önleme hem de atıkların minimizasyon süreçlerini yönetmekteyiz. 17 tıbbi laboratuvar şubemizin tıbbi atıklarının yönetilme süreci olmak üzere organik atıklar, kâğıt, plastik, cam, metal, geri dönüşemeyen ve biyobozunur atıkları biriktirme ekipmanlarında ayrı ayrı toplayarak düzenli aralıklarla uygun yerlerde depolamakta ve ilgili ekiplere teslim etmekteyiz.
Sıfır Atık projesi kapsamında yıllar içinde gerçekleştirdiğimiz 13.000.000’ dan fazla kağıt tasarrufu sayesinde 179 adet ağacın kesilmesinin önüne geçtik. Ayrıca daha yeşil bir gelecek için diktiğimiz fidan sayısını 11.200’ e çıkardık. Günümüze kadar gelen süre içerisinde çevreye ve doğaya karşı olan yüksek duyarlılıkla yapmış olduğumuz çalışmalar sonucunda kurmuş olduğumuz Sıfır Atık Yönetim Sistemi ile T.C İstanbul Valiliği Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü tarafından “Sıfır Atık Belgesi” almaya hak kazanan ilk tıbbi laboratuvar unvanını almış bulunmaktayız.
Biruni Laboratuvarı Ailesi olarak “Sıfır Atık” konusunda düzenli olarak eğitimler yaparak sürdürülebilirlik hedeflerimize ulaşmak için sürekli çalışmaktayız.
Atık Önleme ve Minimizasyon
Atık önleme ve minimizasyon çalışmalarımız içinde geri kazanılabilir tehlikesiz atıkların oluşumunun ve miktarının azaltılması konusu ve yeniden kullanılabilir atıkların belirlenerek personelimizin ihtiyacına sunulması konusunu ele almaktayız. Bu kapsamda planladığımız ve yaptığımız çalışmalarımız;
Atıkların Kaynağında Ayrı Biriktirilmesi ve Toplanması
Atık biriktirme ekipmanlarımız, laboratuvar bölümlerimizin her birinde personelimizin kolay ulaşabileceği şekilde ve sayıda yerleştirilmiş ve personelimize gerekli eğitim verilmiştir.
Yapılan Başlıca Çalışmalar
Laboratuvarlarımıza ait ekipmanların örnek resimleri
Atıkların Bina İçinde Geçici Depolama Alanına Taşınması
Tıbbi atıklar, organik atıklar, kâğıt, plastik, cam, metal, geri dönüşemeyen ve biyobozunur atıklarımızı biriktirdikten sonra duruma bağlı olarak sıfır atık ekibi personeline teslim etmekte ya da uygun şekilde geçici depolama alanına taşımaktayız. Atık elektrikli ve elektronik eşyaları biriktirmemekte ve sıfır atık personeline bildirmekteyiz. Tehlikesiz (geri kazanılabilir diğer) atıklarımızı biriktirdiğimiz kumbaralar doldukça, bina içinde yer alan geçici depolama alanına aktarmaktayız. Tehlikeli atıklar içinde yer alan laboratuvar sıvı atıklarımız sızdırmaz bidonlarda biriktirilmekte ve dolan bidonlar uygun taşıma ekipmanları ile geçici depolama alanımıza taşınmaktadır. Tıbbi atıklar için bina içinde özel geçici depolama alanımız bulunmaktadır. Organik (biyobozunur) atıklarımızın biriktirildiği kumbaralar doldukça geçici depolama alanına aktarılmaktadır.
Laboratuvarlarımıza ait ekipmanların örnek resimleri
Fidan Bağışı
Doğa için atılan her adımın yaşam için bir nefes olduğuna inanarak tüm çalışanlarımız adına 11.000’i aşkın fidanın toprakla buluşmasını sağlamak amacıyla TEMA Vakfı’na bağışta bulunduk.
Kitap Hediyesi
5 Haziran Dünya Çevre Günü’nde minik hastalarımızın çevre bilincine katkıda bulunabilmek için tüm şubelerimizde Çöpler ve Geri Dönüşüm temalı kitap hediye ettik.