Kandida Mantarı (Candida Albicans) Nedir?

Kandida, insan vücudunda doğal olarak bulunan bir tür maya mantarıdır. Vücutta birçok bölgede ama özellikle bağırsak, ağız ve ciltte bulunur. Normal şartlarda belirli sayılarda bulunduğunda  zararsız olan bu mantar, vücudun bağışıklık sistemi zayıfladığında artıp enfeksiyonlara neden olabilir. Kandida enfeksiyonları, ağızda “pamukçuk”, genital bölgede “vajinal mantar enfeksiyonu” ve daha ciddi durumlarda  “sistemik kandidiyazise” neden olabilir.

Kandida Belirtileri Nelerdir?

Candida enfeksiyonlarının belirtileri enfeksiyonun bulunduğu yere göre değişir:

  1. Oral Kandidiyazis (Pamukçuk):

    • Ağız içinde beyaz, kremsi lezyonlar
    • Ağrı ve hassasiyet
    • Tat kaybı
    • Ağız köşelerinde çatlaklar
  2. Vajinal Kandidiyaz:

    • Yoğun kaşıntı ve yanma
    • Yoğun, beyaz, peynirimsi akıntı
    • Cinsel ilişki sırasında ağrı
    • Vajinal bölgedeki deride kızarıklık ve şişlik
  3. Cilt Kandidiyazı:

    • Kızarıklık ve kaşıntı
    • Deride döküntüler
    • Deri kıvrımlarında nemli, beyazımsı plaklar
  4. Sistemik Kandidiyaz:

    • Ateş ve titreme
    • Kas ve eklem ağrıları
    • Yoğun yorgunluk
    • Ciddi vakalarda organ yetmezliği

Kandida Türleri Nelerdir?

Kandida ailesinde birçok farklı tür bulunur, ancak en yaygın olanları şunlardır:

  1. Candida albicans:

    En sık rastlanan türdür ve genellikle pamukçuk ve vajinal enfeksiyonlara neden olur.

  2. Candida glabrata:

    Özellikle bağışıklık sistemi zayıf olan bireylerde daha sık görülür.

  3. Candida tropicalis:

    Diyabetik hastalarda ve bağışıklık sistemi zayıf olanlarda yaygındır.

  4. Candida parapsilosis:

    Yenidoğanlarda ve hastane kaynaklı enfeksiyonlarda görülür.

  5. Candida krusei:

    Bazı antifungal ilaçlara dirençli olması nedeniyle tedavisi zordur.

Kandida Neden Olur?

Kandida enfeksiyonlarının birçok nedeni olabilir:

  1. Antibiyotik Kullanımı:

    Antibiyotikler, vücuttaki yararlı bakterileri öldürerek Kandida’nın aşırı büyümesine neden olabilir.

  2. Bağışıklık Sistemi Zayıflığı:

    HIV/AIDS, kanser tedavileri veya organ nakli gibi durumlar bağışıklık sistemini zayıflatır.

  3. Hormonal Değişiklikler:

    Hamilelik, doğum kontrol hapları veya hormon replasman tedavisi gibi hormonal değişiklikler Kandida enfeksiyonlarını tetikleyebilir.

  4. Diyabet:

    Yüksek kan şekeri seviyeleri Kandida’nın büyümesi için uygun bir ortam sağlar.

  5. Kötü Hijyen ve Nemli Ortamlar:

    Özellikle deri kıvrımlarında nemli ve hijyenik olmayan koşullar Kandida enfeksiyonlarına zemin hazırlar.

Kandida Nasıl Teşhis Edilir?

Maya ve küfler yapışkan özelliklerinden dolayı tek seferlik dışkı örneklemesinde dışkının analiz edilen bölümünde bulunmayabilir ve bu durumda dışkı örnek analizinde saptanamaz En az art arda 3 örnekleme ile analiz tekrar edilmelidir. Bu nedenle mikrobiyom incelemesinde tek örnekleme ile mantar saptanmaması candida kolonizasyonunu ekarte ettirmez. Kişinin klinik bulguları devam ediyor ise idrar “D arabinitol testi” ile Kandida metabolitleri idrarda tespit edilebilir. Kandida suşlarının idrar ile atılan en patojen metaboliti D-arabinitoldür. İnvaziv Kandida enfeksiyonlarının tanısı için “D-arabinitol” iyi bir gösterge olabilir.

Kandida Nasıl Önlenir?

Kandida enfeksiyonlarını önlemek için aşağıdaki adımlar atılabilir:

  1. Dengeli Beslenme:

    Şeker ve rafine karbonhidrat alımını azaltarak sağlıklı bir diyet izlemek, Kandida artışını kontrol altında tutmaya yardımcı olabilir.

  2. Bağışıklık Sistemini Güçlendirme:

    Düzenli egzersiz, yeterli uyku ve stres yönetimi, bağışıklık sistemini güçlü tutar.

  3. Hijyen:

    Özellikle genital bölge ve deri kıvrımlarının temiz ve kuru tutulması önemlidir.

  4. Antibiyotik Kullanımı:

    Antibiyotiklerin gereksiz ve aşırı kullanımından kaçınılmalıdır.

  5. Giysi Seçimi:

    Pamuklu ve hava alan giysiler giymek, nemli ortamların oluşmasını engeller.

Kandida Hakkında Sık Sorulan Sorular

  1. Kandida enfeksiyonu bulaşıcı mıdır?

    • Kandida genellikle bulaşıcı değildir, ancak vajinal kandidiyazis cinsel yolla bulaşabilir.
  2. Kandida diyeti nedir?

    • Kandida diyeti, şeker, gluten , süt ürünleri ve maya içeren yiyeceklerin kısıtlandığı bir diyet türüdür. Amaç, kandida’nın büyümesini kontrol altında tutmaktır.
  3. Kandida enfeksiyonları tekrarlayabilir mi?

    • Evet, özellikle altta yatan bir sağlık sorunu varsa veya yaşam tarzı değişiklikleri yapılmazsa enfeksiyonlar tekrarlayabilir.

Candida enfeksiyonları, doğru önlemler alındığında ve gerekli tedaviler uygulandığında genellikle kontrol altına alınabilir. Ancak, altta yatan sağlık sorunları veya yaşam tarzı faktörleri göz önünde bulundurulmalı ve uzun vadeli bir yaklaşım benimsenmelidir.

 

Alerjik Hastalıkların Artışı ve Mikrobiyota

Alerjik hastalıkların görülme sıklığında son yıllarda büyük bir artış yaşanmaktadır. Bu artışın altında yatan en önemli nedenler arasında genetik yatkınlık, çevresel maruziyetler, gıda katkı ve boya maddeleri, kimyasallar gibi vücuda yabancı maddelerin günlük hayatımıza daha fazla dahil olması ve koruyucu mikrobiyal floramızın zayıflaması bulunmaktadır. Özellikle batı toplumlarında alerjik hastalıkların artış gösterdiği bildirilmektedir. Bu durum, şehirleşme ve modern yaşam tarzıyla birlikte küçük yaştaki çocukların mikroorganizmalarla daha az karşılaşmasını ifade eden “hijyen teorisi” ile açıklanmaktadır.

Probiyotiklerin Mikrobiyota Üzerindeki Önemi

Probiyotikler, bağırsakta bulunan koruyucu mikrobiyota bariyerini güçlendirir. Bu sayede, bağırsak geçirgenliğini azaltarak alerjik protein yapılarının dolaşıma geçişini engellerler. Ayrıca, probiyotikler, bağırsak yüzeyini yabancı maddelere, toksinlere ve mikroplara karşı koruyan salgısal IgA antikor üretimini artırarak mukoza bağışıklığını da güçlendirirler.

Mikrobiyota ve Alerji İlişkisi

Alerji gelişen çocukların dışkı florası incelendiğinde, mikrobiyota biyoçeşitliliğinin ve yararlı bakterilerin azaldığı görülmüştür. Clostridia sınıfı bakterilerin gıda alerjilerine karşı koruyucu etkileri olduğu düşünülmektedir. Alerjik bünyeye sahip çocuklara dost bakterilerden olan Lactobacillus rhamnosus GG (LGG) ve Bifidobacterium Lactis (Bb-12) içeren besinler verildiğinde, alerji semptomlarının daha kolay kontrol altına alınabileceği belirtilmektedir. Gebelerde ve yeni doğanlara LGG verildiğinde, ileriki dönemlerde alerjik cilt hastalığı gelişme oranında %50 azalma saptanmıştır.

Bazı mikrobiyal bakterilerin veya metabolitlerinin, alerjileri önlemek veya tersine çevirmek amacıyla biyolojik tedavi aracı olarak kullanımı üzerine çok sayıda çalışma devam etmektedir. Bu araştırmalar, mikrobiyotanın alerjik hastalıkların önlenmesi ve tedavisindeki potansiyel rolünü ortaya koymayı hedeflemektedir.

Kaynak:

Mariona Pascal ve diğerleri. “Microbiome and Allergic Diseases.” Frontiers in Immunology, 2018. doi: 10.3389/fimmu.2018.01584.

 

 

 

 

 

Metabolik Sendrom Nedir? Tanı Kriterleri Nelerdir?

Metabolik sendrom, insülin direnciyle başlayan abdominal obezite, glukoz intoleransı veya  diabetes mellitus, dislipidemi, hipertansiyon ve koroner arter  hastalığı (KAH) gibi sistemik bozuklukların birbirine eklendiği ölümcül sonuçları olabilen bir endokrin bozukluklar bütünüdür.

Hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde erişkin popülasyonun %20 ile %30’unu etkilemektedir. Metabolik sendrom, insülin direnci sendromu, sendrom X, polimetabolik sendrom, ölümcül dörtlü ve uygarlık sendromu gibi farklı terimlerle de anılmaktadır.

Bu sendromu en çok, beslenmesi düzensiz, yoğun stres altında çalışan ve masa başında oturan, kişilerde görürüz.

Metabolik sendrom, insanın yaş ilerledikçe kalp ve/veya  şeker hastası olma olasılığını artırır. Önlemek için hastalığı ortaya çıkaran risk faktörlerini yok etmek gerekir.

Metabolik Sendrom bileşenleri Nelerdir?

Obezite:

Karın çevresinde yoğun yağ birikimi, dislipidemi, hiperglisemi, hipertansiyon ve buna bağlı olarak ortaya çıkan kardiyovasküler hastalıklar için zemin oluşturduğu kabul edilmektedir. Metabolik sendromun en güçlü risk faktörlerinden biridir.

İnsülin direnci:

Vücudun insülini normal şekilde kullanamaması, kan şekerinin yükselmesine neden olur. İnsülin direnci karaciğerde  yağlanma, karaciğer enzim yüksekliği ve hatta siroza neden olabilir.

Klinik pratikte HOMA-IR testi olarak bilinir ve  2.5 dan düşük olarak bildirilmektedir.

Hipertansiyon:

Spesifik bir nedene bağlı olmayan hipertansiyonun altında genellikle insülin direnci bulunmaktadır. İnsülin böbreklerden su ve tuz tutulumunu uyarmaktadır.

Hiperlipidemi:

Metabolik sendromlu hastalarda karın çevresinde yoğun yağ birikimi (viseral obesite) ve insülin direnci etkisi ile gelişen dislipidemi, HDL (iyi) kolesterol düşüklüğü ve trigliserit yüksekliği ile karakterizedir. LDL (kötü) kolesterol genellikle normal düzeylerde olmasına rağmen aterojenik ve küçük yoğun LDL alt gruplarında artış vardır. Hipertrigliseridemi ve HDL düşüklüğü kardiyovasküler hastalık riskini arttırır.

Koroner Arter Hastalığı:

Metabolik sendrom erken oluşan ateroskleroz için risk faktörü olarak kabul edilmektedir. Metabolik sendromlu hastalarda KAH riski 3 kat artmıştır.

Polikistik Over Sendromu:

İnsülin direnci ile ortaya çıkan, adet düzensizliği ile kendini belli eden, yumurtalıklarda çok sayıda iyi huylu kistin oluşumu ile gelişen bir kadın hastalığıdır. Erken yaşlarda kardiyovasküler hastalık görülme riskinin artırır.

Endotel Disfonksiyonu

Hiperkoagülabilite

Subklinik İnflamasyon

Metabolik sendrom’lu vakalarda, CRP düzeyleri arttıkça kardiyovasküler risk artar. CRP’nin zeminde var olan de varolan bir subklinik inflamasyonu gösterdiği ve bu sürecin ilerleyerek DM ve ateroskleroz a neden olduğu düşünülmektedir.

Metabolik Sendrom Tanı Kriterleri Nelerdir?

Türkiye Endokrinoloji Metabolizma Derneği, Metabolik Sendrom Çalışma Grubunun önerdiği, Metabolik Sendrom Tanı Kriterleri

Aşağıdakilerden en az biri;

  • Diabetes mellitus (şeker hastalığı) veya
  • Bozulmuş glukoz toleransı veya
  • İnsülin direnci

ve

Aşağıdakilerden en az ikisi:

  • Hipertansiyon (sistolik kan basıncı >130, diyastolik kan basıncı >85 mmHg veya antihipertansif kullanıyor olmak)
  • Dislipidemi (trigliseriler düzeyi > 150 mg/dl veya HDL düzeyi erkekte < 40 mg/dl, kadında < 50 mg/dl)
  • Abdominal obezite (VKİ > 30 kg/m2 veya bel çevresi: erkeklerde > 94 cm, kadınlarda > 80 cm)

Metabolik Sendromun Belirtileri Nelerdir?

Belirtiler genellikle diğer sağlık problemleriyle karıştırılabilir, bu yüzden düzenli sağlık kontrolleri önemlidir.

Metabolik Sendrom Nasıl Önlenir?

Metabolik sendromun önlenmesi, sağlıklı yaşam tarzı seçimleri ile mümkündür. Aşağıdaki stratejiler, metabolik sendrom gelişimini önlemede etkilidir:

Düzenli Fiziksel Aktivite:

Düzenli fizik aktivite insülin direncini düzelterek glukoz, lipid ve kan basıncı kontrolünü sağlar ve kardiyovasküler fonksiyonları düzeltir. Kilo alımının engellenmesi için düzenli olarak hergün 45-60 dakika fizik aktivite yapılmalıdır. Kardiyovasküler risk azalması için ise günde 10,000 adım atılması önerilmektedir.

Sağlıklı Beslenme:

Taze meyve ve sebze, tam tahıllar ve sağlıklı yağlar içeren, düşük tuz ve şekerli yiyeceklerden kaçınan bir diyet, kolesterol ve kan basıncını düzenlemeye yardımcı olur.

Kilo Kontrolü:

Sağlıklı bir vücut ağırlığını korumak, özellikle karın bölgesindeki yağlanmayı azaltarak, metabolik risk faktörlerini düşürür.

Sigarayı Bırakmak:

Sigara içmek, kalp hastalıkları ve diğer sağlık sorunları için önemli bir risk faktörüdür. Bırakmak, bu riskleri azaltır.

Düzenli Sağlık Kontrolleri:

Yüksek kan basıncı, yüksek kolesterol ve yüksek kan şekeri gibi risk faktörlerinin erken teşhisi ve yönetimi, metabolik sendromun önlenmesinde kritik öneme sahiptir.

Erken teşhis, etkili yönetim ve yaşam tarzı değişiklikleri, metabolik sendromun yol açabileceği sağlık sorunlarını önemli ölçüde azaltabilir.

 

Magnezyum Nedir?

Magnezyum Nedir? Magnezyum Nedenleri ve Belirtileri Nelerdir?

Magnezyum vücudumuzun birçok işlevinde rol oynayan önemli bir mineraldir. Eksikliği kas krampları, yorgunluk gibi belirtilere neden olabilir. Yeşil yapraklı sebzeler, kurubaklagiller ve kabuklu yemişler iyi magnezyum kaynaklarıdır.

Magnezyum Nedir?

Magnezyum (Mg), vücudumuzun her hücresinin ihtiyaç duyduğu bir mineraldir. Kandaki magnezyum düzeyini sabit tutmak, temel fonksiyonların sürdürülmesi için hayati önem taşır. Vücutta magnezyum ve kalsiyum arasındaki denge, sağlıklı işleyiş için kritik bir rol oynar. Eğer bu denge bozulursa, kalsiyum fazlalığı vücut için toksik hale gelebilir ve kalp rahatsızlıkları, artrit, osteoporoz, damar sertleşmesi, dokuların ve organların kalsifikasyonu gibi sorunlara yol açabilir. Bu nedenle, magnezyum ve kalsiyum dengesini korumak sağlığımız için son derece önemlidir.

Magnezyum Ne İşe Yarar?

Mg, glukoz ve insülin dengesinin iyileştirilmesine, kalp ritminin korunmasına ve kemik sağlamlığının devamına yardımcı olmaktadır. Ayrıca protein sentezi ve enerji metabolizmasında da rol alır.

Kas kasılması, enerji metabolizması, sinir sisteminde sinyal iletimi gibi çeşitli sistemlerin enzimatik reaksiyonlarının düzenlenmesinde rol alır. Magnezyum eksikliği de kas ağrısı baş ağrısı, migren, yorgunluk, irritabl bağırsak hastalığı gibi FMS (fibromiyalji sendromu) ye benzer durumlarla ilişkilidir

Magnezyum Eksikliğinin Nedenleri Nelerdir?

Mg eksikliği, sıklıkla Mg kaybına neden olan üriner, gastrointestinal sistem rahatsızlıklarına, Mg’un emilimindeki sorunlara veya kronik olarak az Mg alımına bağlıdır.

Kontrol altına alınamayan diyabet, yüksek alkol alımı, tiazid gibi diüretikler, gentamisin, amfoterisin ve siklosporin gibi bazı antibiyotikler ve sisplatin gibi kanser tedavisinde kullanılan bazı ilaçlar idrarla Mg kaybını arttırır. Kronik ve aşırı kusma ve ishal de Mg eksikliği ile sonuçlanabilir. Malabsorbsiyon sendromları gibi gastrointestinal problemler, yiyeceklerdeki Mg kullanımına engel olarak Mg eksikliğine neden olur.

Magnezyum Eksikliğinin Belirtileri Nelerdir?

Magnezyum eksikliğinin belirtileri arasında iştahsızlık, konfüzyon, oryantasyon bozukluğu, depresyon, anormal kalp ritimleri, koroner spazm, felçler, hastalık nöbetleri, kas krampları, karıncalanma ve uyuşukluk yer alır. Ayrıca, magnezyum eksikliği kalsiyum metabolizmasını ve kalsiyum seviyesini düzenleyen hormonları etkileyebilir. Yapılan araştırmalar, magnezyum desteğinin kemik mineral yoğunluğunu artırabileceğini ve kırık riskini azaltabileceğini göstermektedir. Bu nedenle, magnezyum alımına dikkat etmek ve dengeyi korumak sağlığımız için önemlidir.

Magnezyum Eksikliğinde Tanı Testleri

Serum magnezyum düzeylerinin belirlenmesi rutinde kullanılsa da son araştırmalar serum Mg düzeyinin, doku magnezyum durumunun değerlendirmede güvenilir bir gösterge olmadığını ortaya koymuştur. Magnezyumun yaklaşık %70’i hücre içinde bulunduğu için hem hücre içi hem de hücre dışı (serum) alanda çalışılması en hassas değerlendirmeyi sağlamaktadır.

Bazı durumlarda toksik metaller hayati önem taşıyan minerallerin etkisini engelleyebilirler. Nikel ile magnezyum arasında böyle bir durum söz konusudur. Nikel yüksekliği magnezyumu enzime bağlandığı yerden uzaklaştırır ve enzimin etkinliğini bozar.

Hangi Yiyecekler Magnezyum İçerir?

En iyi besinsel kaynakları, yeşil yapraklı sebzeler, tam tahıl ürünleri, kuru baklagiller ve sert kabuklu meyvelerdir. Meyve, sebze ve bol tahıl içeren çeşitli yemek yemek yeterli Mg alımına yardımcı olur. Bununla birlikte kimyasal gübre kullanımı, sebze ve meyvelerin tam mineral içerikli olgun forma erişmesine izin verilmeden dalından koparılması ve yüksek rafine tahıllı diyetlerden dolayı diyetlerimizde Mg sıklıkla az orandadır. Tamamen buğdaydan yapılmış ekmekte beyaz ekmeğe göre iki kat fazla Mg vardır, çünkü beyaz un hazırlanırken Mg’dan zengin tohum ve kepek ayıklanmaktadır. Sudaki Mg içeriği suyun niteliğine bağlıdır. Sert sular, yumuşak sulardan daha fazla Mg içerir. Sudan Mg alımı total Mg alımına çok az etki eder ve çok değişkendir.

Kaynaklar

  1. Altun Ö., Yoldemir Ş.. Tip 2 Diyabetes Mellitus, Fibromiyalji Sendromu ve Serum Magnezyum İlişkisi. Abant Tıp Dergisi 2021; 10:2
  2. Rude RK. Magnesium deficiency: A cause of heterogeneous disease in humans. J Bone Miner Res 1998; 13: 749-58.
  3. Heaney R.P. Nutrition and Risk for Osteoporosis. Marcus R, Feldman D, Kelsey J, (Eds). Osteoporosis. USA, Academic Press 2001: 669-700.

3.Sheeha JP. Magnesium Deficiency and Diabetes Mellitus. Magnes Trace Elem 1992; 10: 215-219.

  1. Elisaf M, Bairaktari E, Kalaitzidis R, Siamopoulos K. Hypomagnesemia in alcoholic patients. Alcohol Clin Exp Res 1998; 22:244-246.
  2. Lajer H, Daugaard G. Cisplatin and hypomagnesemia. Ca Treat Rev 1999; 25: 47-58.
  3. Rude RK, Olerich M. Magnesium deficiency: Possible role in osteoporosis associated with gluten-sensitive enteropathy. Osteoporos Int 1996; 6:453-61.
  4. Baysal A. Su ve Mineraller. Beslenme. Hatibo¤lu Yay›nevi. Ankara. 1996: 103-122.

 

Yeni bir COVID-19 Varyantı JN.1

JN.1 varyantı ilk defa Eylül 2023’de saptanan JN.1, omicron varyantının bir alt varyantı kabul edilmektedir. Hastalığın belirtileri omicron ile aynıdır; günümüzde uygulanmakta olan testler JN.1 için de geçerlidir.

İnfeksiyon hastalıklarında uluslararası bir otorite olan CDC (ABD Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezleri), COVID-19 ile ilgili tavsiyelerini değiştirmemiştir.

Laboratuvarımızda kullanılan tanı testleri JN.1 varyantını da tespit etmektedir. Raporda varyant ayrımı yapılmamaktadır.

 

Eozinofilik Protein X (EPX) nedir?

Eozinofilik Protein X (EPX)

Gıda alerjisinde bağırsak iltihabı ve bağırsak geçirgenliğinin artması ortaya çıkabilir.

Bu nedenle, hastalığın varlığı ve yaygınlığına ilişkin bir gösterge olarak dışkıda bazı testler araştırılmaktadır. Bu dışkı testlerinin kullanılması, daha invaziv olan sık endoskopik inceleme ihtiyacını da ortadan kaldırabilir.

Gıda alerjisinin tanısı için serum veya dışkıda eozinofil katyonik protein (ECP) ve idrarda eozinofil türevi nörotoksin (EDN) veya eozinofil protein X (EPX) dahil olmak üzere çeşitli eozinofil aracıları önerilmiştir.

Eozinofilik Protein X (EPX) nedir?

Eozinofilik Protein X, eozinofillerde bulunan suda çözünebilen bir proteindir. Bağışıklık sisteminin bir parçasıdır. Parazit ve bakterilere karşı savunmada önemli rol oynar. Alerjik reaksiyonlar ve inflamatuvar bağırsak hastalıkları ile ilişkilendirilir.

Yüksek Eozinofilik Protein X düzeyleri ne anlama gelir?

Dışkıdaki Eozinofilik Protein X seviyeleri, gastrointestinal sistemdeki eozinofil aktivitesinin bir belirtecidir. İnflamatuvar bağırsak hastalığı olan kişilerde düşük seviyeleri remisyon dönemini, yüksek seviyeleri ise nüksetme dönemini işaret etmektedir.

Eozinofilik Protein X Testi ne için kullanılır?

 Dışkı EPX ölçümleri inflamasyon düşünülen  bir bağırsak hastalığının takibi ve tanımlanmasında, İnvaziv bir hastalığın (örn. Kronik inflamatuvar bağırsak hastalığı, kolon kanseri) neden olduğu bağırsak mukoza bütünlüğünü analiz etmek için,

Hastalarda normal bir IgE düzeyi ve prick testinin negatif sonucu, bağırsakta gıda alerjisini dışlamamaktadır. Tam da bu noktada gıda alerjisi teşhisinde destekleyici olarak dışkı EPX testi kullanımı önerilmektedir.

 

Aşağıdaki durumlarda dışkıda EPX ölçümü yapılması önerilir.

  • Gıda alerjisinin doğrulanmasında,
  • Eliminasyon diyetinin değerlendirilmesinde,
  • İnvaziv bir hastalığın (örn. Kronik inflamatuvar bağırsak hastalığı, kolon kanseri) neden olduğu bağırsak mukoza bütünlüğünü analiz etmek için,
  • Bağırsak parazitlerinin tespitinde EPX ölçümü yapılması önerilir.

Anti-HBs Testi Nedir?

Anti-HBs testi ile, hepatit B virüsünün protein yapısındaki yüzey antijenine karşı vücut tarafından oluşturulan bir antikordur. Antikorlar, vücutta antijenlere yani virüsün hastalık yapan protein kısmına bağlanarak bağışıklık sistemi tarafından yok edilmesini sağlayan proteinlerdir .Antikorun oluşması için bağışıklık sisteminin antijenle karşılaması gerekir. Anti-HBs, bu antikorun seviyesini ölçer.

Anti-HBs Testi Ne Zaman Pozitif Bulunur?

Anti-HBs olarak adlandırılan hepatit B yüzey antikoru iki durumda pozitifleşebilir. Birincisi kişinin vücudunun hepatit B virüsü ile direkt teması, ikincisi ise aşı yolu ile teması sonrası bağışıklık sistemi tarafından salınır. Bağışıklık hücrelerinin hepatit B virüsüne yönelik antikor sentezini başlatmasından bir süre sonra kanda anti-HBs değeri yükselir ve bu sayede vücut, virüse karşı bağışıklık geliştirir. Kişinin ilerleyen dönemlerde virüsle tekrar temas etmesi durumunda bu antikorlar hızlı şekilde bağışıklık yanıtı oluşturur ve virüs enfeksiyona yol açmadan vücuttan hızla uzaklaştırılması sağlanır. Dolayısıyla anti-HBs pozitifliği kişinin hepatit B virüsüne karşı koruyuculuğu olduğunu gösteren önemli bir parametredir.

Anti-HBs Testinin Negatif Çıkması Ne Anlama Gelir?

Hepatit B virüs enfeksiyonunu serolojik olarak değerlendirirken tek başına anti-HBs sonucu yeterli bir bilgi sunmaz. Bu değerlendirilirken hepatit B virüsüne ilişkin diğer serolojik testler de bir arada değerlendirilir. Kişinin daha önce hepatit B virüsü ile hiç karşılaşmadığı veya aşılanmadığı anlamına gelmekle beraber, hastalığa yakalandıktan 6 ay veya daha fazla süre geçtikten sonra pozitif olmazsa, kişilerin iyileşmediğinin ve hastalığın kronikleştiğinin bir göstergesidir. Bu kişiler hastalığı kan, vücut sıvıları ve dokular aracılığı ile başkalarına bulaştırabilirler. Çok ender olmakla birlikte hepatit B aşısından sonra da kişiye özgü faktörlere bağlı olarak anti-HBs pozitifliği oluşmayabilir.

Anti-HBs Testi Ne Zaman Yapılır?

Anti-HBs testi, hem hepatit B enfeksiyonu geçmişi olan kişilerin sağlık durumlarını izlemek, hem de aşılanan kişilerin bağışıklık durumlarını kontrol etmek için önemli bir araçtır.

Anti-HBs diğer hepatit B testleri ile birlikte hepatit B enfeksiyonu geçmişi olan kişilerin sağlık durumlarını değerlendirmek için kullanılır. Kişinin iyileşme süreci de anti-HBs testi ile izlenir.

Yeni hepatit B aşısı olan kişiler, aşının başarısını kontrol etmek için son aşı dozundan 1 ay sonra anti-HBs testini yaptırabilirler.

Ayrıca daha önce yapılmış olan aşının etkinliğinin kontrolü için de anti-HBs testi yapılır.

Bazı riskli durumlarda da doktorunuz anti-HBs ile bağışıklık durumunuzu kontrol etmek isteyebilir.

Anti-HBs Testinin Referans Aralığı Kaçtır?

Anti-HBs testinin sonucu, doktorunuz tarafından diğer laboratuvar bulguları ışığında değerlendirilir. Testin sonucu, hastanın hepatit B geçmişi, aşı durumuna bağlı olarak yorumlanır. Anti-HBs sonucu pozitif olan kişilerin virüse karşı bağışıklığı olduğunu ve aşı olmaya gerek duymayabileceğini gösterir. Ancak, “anti-HBs değeri ne olmalıdır?’’ sorusuna en doğru yanıtını doktorunuz verecektir.

Beyaz Kan Eksikliği Nedir?

Beyaz Kan Eksikliği (Lökopeni): Nedenleri, Belirtileri ve Tedavisi

Beyaz kan hücreleri (lökositler), vücudun bağışıklık sisteminin önemli bir parçasıdır. Bunlar, mikroplarla ve enfeksiyonlarla savaşan, vücudu hastalıklardan koruyan hücrelerdir. Ancak bazen beyaz kan hücrelerinin sayısı düşebilir, bu duruma “beyaz kan eksikliği” veya tıbbi adıyla “lökopeni” denir.

Beyaz Kan Eksikliği Nedir?

Lökopeni, kandaki beyaz kan hücrelerinin sayısının normalden daha düşük olduğu bir durumdur. Normalde, bir mikrolitre kan içinde binlerce beyaz kan hücresi bulunur. Ancak lökopeni durumunda bu sayı önemli ölçüde azalabilir.

Beyaz Kan Eksikliği Nedenleri

Lökopeni birçok farklı nedenle ortaya çıkabilir. Bunlar arasında:

Kemoterapi veya Radyasyon Tedavisi

Kanser tedavisi için kullanılan kemoterapi veya radyoterepi, kemik iliğindeki kan hücrelerinin üretimini etkileyebilir.

Enfeksiyonlar

Bazı enfeksiyonlar, beyaz kan hücrelerini tüketebilir veya kemik iliğinin üretimini engelleyebilir.

İlaçlar

Bazı ilaçlar, beyaz kan hücrelerini olumsuz etkileyebilir.

Kemik İliği Bozuklukları

Kemik iliği hastalıkları, beyaz kan hücrelerinin üretimini etkileyebilir.

Bağışıklık Sistemi Bozuklukları

Otoimmün hastalıklar, bağışıklık sistemi hücrelerine saldırarak lökopeniye neden olabilir.

Beyaz Kan Eksikliği Belirtileri

Lökopeni belirtileri enfeksiyon riskinin artması nedeniyle genellikle enfeksiyon belirtileriyle ilişkilidir. Bu belirtiler arasında ateş, tekrarlayan enfeksiyonlar, halsizlik ve genel olarak kişinin kendisini kötü hissetmesi olabilir.

Beyaz Kan Eksikliği Tedavisi

Lökopeni tedavisi altta yatan nedenin tedavisi ile mümkün olabilir. Beyaz kan eksikliği veya lökopeni ciddi bir durum olabilir, bu nedenle bir sağlık profesyoneli ile iletişime geçmek önemlidir.

CRP Nedir? (C-Reaktif Protein)

CRP Nedir? (C-reaktif protein)

CRP Nedir? C-reaktif proteinin kısaltmasıdır ve karaciğer tarafından üretilen bir proteindir. Vücudumuz, enfeksiyon, tümör veya travma gibi çeşitli durumlara karşı karmaşık bir savunma yanıtı geliştirir. Bu yanıtın bir parçası olarak, serum CRP konsantrasyonu artar, vücut ısısı yükselir ve akyuvar sayısı artar. Bu fizyolojik yanıt, enfeksiyona veya enflamasyona neden olan etkeni ortadan kaldırmayı, doku hasarını azaltmayı ve vücudun tamir mekanizmasını harekete geçirmeyi amaçlar.

Sağlıklı bireylerde, serum CRP (C-reaktif protein) konsantrasyonları genellikle çok düşüktür. Ancak bu yanıt başladığında, CRP seviyeleri hızla yükselir ve 24 saat içinde 1000 kata kadar artabilir. CRP seviyelerini artıran etken ortadan kaldırıldığında, serumdaki CRP miktarı 18-20 saat içinde normale döner.

CRP (C-reaktif protein) Değeri Nasıl Ölçülür?

CRP seviyeleri ölçülmek istendiğinde, bir laboratuvar testi kullanılır. Bu test için kan örneği alınarak, kan serumundaki CRP konsantrasyonu ölçülür.

CRP testi, açlık veya tokluk durumundan etkilenmez.

CRP seviyelerinin ölçülmesi, birçok hastalığın teşhisinde ve tedavi takibinde önemli olduğundan sağlıkla ilgili bir sorun olduğunda bilgilendirici ve önemli bir araçtır.

CRP (C-reaktif protein) Neden Ölçülür?

Enfeksiyonlar

Vücudunuzda enfeksiyon olup olmadığını belirlemek için CRP seviyeleri ölçülebilir. Enfeksiyonlar, CRP seviyelerini artırabilir.

İltihaplı (Enflamatuvar) Hastalıklar

Birçok enflamatuvar hastalık, CRP seviyelerinde yükselmeye neden olabilir. CRP testi, bu tür hastalıkların teşhisinde ve tedavi takibinde kullanılabilir.

Tümör Oluşumu veya Metastaz

Bazı kanser türleri, CRP seviyelerinin artmasına yol açabilir. CRP testi, kanser teşhisine ve tedavi sonuçlarının izlenmesine yardımcı olabilir.

Kalp Krizi ve İnme Riski

Kalp damar hastalıkları, özellikle kalp krizi ve inme riski ile ilişkilendirilmiştir. Yüksek CRP seviyeleri, bu tür kardiyovasküler riskleri belirlemeye yardımcı olabilir.

Tedavi Yanıtı

Belirli bir hastalığın tedavisi sırasında, CRP seviyeleri tedaviye ne kadar iyi yanıt verildiğini değerlendirmek için izlenebilir. Tedavi sonuçlarının takibi için bu test kullanılır.

Ayrıca, gebelik sırasında hafif bir CRP artışı görülebilir. Menopoz sonrası hormon replasman tedavisi alan kadınlarda da CRP artışı gözlenebilir. Sigara içenlerde ve obezite sorunu yaşayanlarda, CRP seviyeleri genellikle daha yüksek olabilir.

CRP (C-reaktif protein) Değeri Nasıl Düşürülür?

CRP seviyelerini düşürmek için öncelikle altta yatan nedenin belirlenmesi ve tedavi edilmesi gerekmektedir. CRP seviyeleri genellikle bir sağlık sorununun belirleyicisi olarak yükselir, bu nedenle temel hedef, bu sorunun nedenini ele almak ve düzeltmektir. Örneğin, enfeksiyon varsa uygun antibiyotik tedavisi uygulanmalıdır. İltihaplanma veya inflamatuvar bir hastalık sorumluyken, uygun tedavi planlaması yapılmalıdır.

Ayrıca, yaşam tarzı değişiklikleri CRP seviyelerini düşürebilir ve genel sağlığınızı iyileştirebilir. CRP seviyelerini düşürmeye yardımcı olabilecek bazı yaşam tarzı önerileri:

Sağlıklı Beslenme

Düşük doymuş yağ, yüksek lifli ve antioksidan içeriği yüksek gıdalarla beslenmek, iltihaplanma riskini azaltabilir. Özellikle sebzeler, meyveler, tam tahıllar, balık ve sağlıklı yağlar (örneğin, zeytinyağı) içeren bir diyet benimsemek önemlidir.

Fiziksel Aktivite

Düzenli egzersiz, vücut ağırlığını kontrol altında tutmaya yardımcı olabilir ve iltihaplanma düzeylerini azaltabilir. Haftada en az 150 dakika orta şiddetli aerobik aktivite veya daha yoğun egzersizler önerilir.

Sigara ve Alkol Kullanımı

Sigara içmek ve aşırı alkol tüketimi iltihaplanmayı artırabilir. Bu nedenle sigarayı bırakmak ve alkol tüketimini sınırlamak önemlidir.

Stres Yönetimi

Kronik stres, iltihaplanmayı artırabilir. Stres yönetimi teknikleri, CRP seviyelerini düşürebilir.

Kilo Kontrolü

Fazla kilolu veya obez olmak, iltihaplanma riskini artırabilir. Sağlıklı bir vücut ağırlığını korumak veya kilo vermek, CRP seviyelerini düşürebilir.

İyi Uyku Alışkanlıkları

Yetersiz uyku, iltihaplanmayı artırabilir. Her gece yeterli ve kaliteli uyku almaya çalışmak önemlidir.

İlaç ve Takviyeler

Bazı durumlarda, doktorunuzun önerdiği ilaçlar veya takviyeler (örneğin, omega-3 yağ asitleri) CRP seviyelerini düşürebilir.

CRP seviyeleri kişiden kişiye farklılık gösterebilir, bu nedenle bireysel bir sağlık planı oluşturmak için hekimlerin yönlendirmelerini takip etmek önemlidir. Bu önerilere uyarak hem CRP seviyelerini düşürebilir hem de genel sağlığınızı iyileştirebilirsiniz.

CRP (C-reaktif protein) Düşüşü Ne Anlama Gelir?

CRP seviyelerinin düşük olması genellikle iyi bir sağlık durumunu yansıtır. CRP seviyelerinin düşük olmasının anlamları:

Düşük Risk

CRP seviyeleri düşük olduğunda, kalp damar hastalıkları veya enflamatuvar hastalıklar açısından düşük bir risk taşıdığınızı gösterebilir. Düşük CRP seviyeleri, damar duvarlarında oluşabilecek iltihaplanma riskinin az olduğunu işaret edebilir.

İyi Tedavi Yanıtı

Önceden belirli bir hastalığınız varsa ve bu hastalığın tedavisine yanıt olarak CRP seviyeleriniz düşmüşse, bu tedavinin etkili olduğunu ve hastalığınızın kontrol altına alındığını gösterebilir. Örneğin, şiddetli bir bakteriyel enfeksiyon sonrasında antibiyotik tedavisi uygulandığında, CRP seviyelerinin düşmesi enfeksiyonun ortadan kalktığını ve iyileşme sürecinin başladığını işaret edebilir.

İltihaplanma Olmaması

Düşük CRP seviyeleri, vücudunuzda belirgin bir iltihaplanma olmadığını gösterebilir. İltihaplanma, birçok sağlık sorununun belirleyicisi olabilir, bu nedenle düşük CRP seviyeleri olumlu bir işaret olabilir.

Ancak unutulmamalıdır ki, CRP seviyeleri sadece bir sağlık durumu hakkında genel bir gösterge sunar ve kesin bir teşhis koymak için diğer klinik bulgular ve testlerle birlikte değerlendirilmelidir. Herhangi bir sağlık sorununuz veya tedavi planınız varsa, hekimlerin yönlendirmelerini takip etmek önemlidir.

ASO Nedir? Antistreptolizin O Nedir?

Antistreptolizin O (ASO) Nedir? ; hemolitik streptokokların salgıladığı streptolizin toksinine karşı oluşan bu antikorlar, streptokok bakterilerinin yaydığı toksinlere karşı vücudun savunma mekanizmasını oluşturur. ASO testi, kanda bu antikorların seviyesini ölçer ve bu sayede streptokok enfeksiyonlarının varlığı ve şiddeti hakkında bilgi sağlar. ASO testi, özellikle boğaz ağrısı, cilt enfeksiyonları gibi streptokok enfeksiyonlarından sonra ortaya çıkan komplikasyonların teşhisinde kullanılır.

ASO Normal Değeri Nedir?

ASO testinin normal değeri genellikle 0-200 IU/mL arasında değişir. Ancak, bu değer laboratuvarlara ve kişinin yaşına bağlı olarak farklılık gösterebilir. Çocuklarda ve gençlerde ASO düzeyi genellikle daha yüksektir. Test sonuçlarınızı doktorunuzla birlikte değerlendirerek daha kesin bir yorum alabilirsiniz.

ASO Yüksekliği Nedir ve Neden Önemlidir?

ASO yüksekliği, kandaki antistreptolizin O seviyesinin normalin üzerinde olması durumudur. Bu durum genellikle yakın zamanda bir streptokok enfeksiyonu geçirildiğini gösterir. Yüksek ASO seviyeleri, özellikle romatizmal ateş ve glomerülonefrit gibi komplikasyonların teşhisinde önemlidir. Romatizmal ateş, kalp kapaklarını etkileyebilir ve kalıcı kalp rahatsızlıklarına yol açabilir. ASO yüksekliğinin erken tespiti, bu tür komplikasyonların önlenmesinde önemlidir.

ASO Neden Yükselir?

ASO seviyesi, streptokok bakterilerine karşı vücudun bir savunma tepkisi olarak yükselir. Streptokok enfeksiyonları, özellikle boğaz ağrısı ve cilt enfeksiyonları gibi hastalıklara neden olabilir

ASO Yüksekliğine Neden Olan hastalıklarda Belirtiler Nelerdir?

ASO yüksekliği belirtileri genellikle streptokok enfeksiyonunun belirtileriyle aynıdır. Boğaz ağrısı, yutkunma güçlüğü, ateş, kızarık ve şişmiş bademcikler, baş ağrısı ve halsizlik bu belirtiler arasında sayılabilir. Ayrıca, romatizmal ateş gibi komplikasyonlar gelişmişse, eklem ağrıları, döküntüler ve kalp problemleri de görülebilir.

ASO Düşüklüğü Nedir?

ASO düşüklüğü, kanda antistreptolizin O seviyesinin normalin altında olduğu durumdur. Bu durum genellikle streptokok enfeksiyonu geçirilmemiş olduğu veya vücudun bu enfeksiyonlara karşı yeterli bir tepki göstermediği anlamına gelir. ASO düşüklüğü genellikle bir sorun olarak kabul edilmez ve özellikle sağlıklı bireylerde normal olarak kabul edilir.

ASO ne zaman yükselir

ASO genellikle kişinin sterptokok enfeksiyonu geçirmesinden sonra 1-2 hafta içinde yükselmeye başlar. Ancak  enfeksiyon geçtikten sonra vücuttan atılması 10-12 ayı bulabilir.