Homosistein Nedir?

Homosistein nedir? metabolizmada önemli rol oynayan bir amino asittir. Yüksek homosistein seviyesi; kalp-damar hastalıkları, diyabet ve sinir harabiyetine yol açan hastalıklar başta olmak üzere kronik hastalıklar için risk faktörüdür.

Homosistein hangi gıdalarda bulunur?

Et, balık, yumurta ve tahıllarda yüksek oranda bulunur.

Homosistein Neden Gereklidir?

Homosistein, metiyonin döngüsünün sürdürülmesinde rol oynayan bir amino asittir. Metiyonin vücutta enerji üretimi, DNA sentezi ve protein üretimi gibi önemli süreçlerde kullanılır. Metiyonin’in glutatyon sentezinde de rolü vardır.

İdeal Homosistein Değerleri

Yetişkinlerde sağlıklı homosistein seviyeleri yaklaşık 5-15 μmol/L arasında olmalıdır.

Homosistein Düzeylerinin Anlamı

Homosistein düzeyi, kan testi ile ölçülür.

Verilen referans değer aralığından düşük  düzeyler genellikle sağlık sorunu değildir. Ancak, yüksek düzeyler B vitamini eksikliğine veya başka sağlık sorunlarına işaret edebilir. Yüksek homosistein düzeyleri, özellikle damar çeperlerine zarar vererek pıhtı oluşumuna ve damar tıkanıklıklarına yol açabilir; bu da kalp krizi,  inme,  böbrek hastalıkları ve kemik erimesi riskini artırabilir.

Yüksek homosistein  düzeyleri için doktorunuza başvurmanız ve uygun bir tedavi planı oluşturmanız önerilir.

Homosistein Düzeyleri Neden Artar?

  1. B Vitamini Eksikliği: B6, B12 ve folik asit eksikliği
  2. Sigara Kullanımı: Sigara ( B vitaminlerinin düzeyleri düşer)
  3. Genetik Faktörler: Homosistein metabolizmasında rol oynayan genlerdeki mutasyonlar
  4. İlaçlar: Bazı ilaçlar, örneğin metotreksat
  5. Bazı kronik hastalıklar : Diyabet ve böbrek hastalıkları homosistein düzeyinde artışa neden olabilir
  6. Kahve
  7. Alkol
  8. İleri yaş
  9. Vücutta ağır metal  birikimi
  10. Obezite

 Homosistein Testi Ne Zaman Yapılmalıdır?

Homosistein testi, aşağıdaki durumlarda yapılabilir:

  1. Kalp Hastalığı Riski Değerlendirmesi: Yüksek homosistein düzeyi kalp hastalığı riskini artırabilir.
  2. B Vitamini Eksikliklerinin Tespiti: B6, B12 ve folik asit eksikliklerinin belirlenmesi için yapılabilir.
  3. Düzenli Takip Gerektiren Hastalıklar: Böbrek hastalığı ve  kemik erimesi gibi durumlarda düzenli takip gerekebilir.
  4. Hamilelik: Hamilelik sırasında homosistein düzeyi artabilir ve takip edilmesi önerilir.
  5. İleri yaş: Yaş ilerledikçe homosistein düzeyleri artabilir. Bunun nedeni, yaşla birlikte B vitaminlerinin emiliminin azalması ve homosistein metabolizmasındaki enzimlerin aktivitesinin düşmesidir. Ayrıca, yaşla birlikte damar hastalıkları riski de artar. Bu nedenle, ileri yaşta homosistein düzeylerinin düzenli olarak kontrol edilmesi önemlidir.

Homosistein yüksekliğinde genlerin rolü:

MTHFR  folik asit ve homosistein metabolizmasında rol alan bir enzimdir. MTHFR genindeki bazı mutasyonlar bu enzimin aktivitesinde azalmaya ve homosistein yüksekliğine neden olabilir.

Doktorunuz gerekli gördüğü takdirde MTHFR C677T ve  MTHFR A1298C  genetik testleri yapılabilir.

Maymun Çiçeği Virüsü (MONKEYPOX) Hastalığı Nedir?

Maymun çiçeği, Poxviridae ailesindeki M-Çiçeği (MPox) virüsünün neden olduğu bir hastalıktır.

İlk insan olgusu 1970 yılında Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde görülmüş, sonrasında Orta ve Batı Afrika’da tropikal yağmur ormanlarına yakın, primatların da yoğun yaşadığı bölgelerde görülmeye devam etmiştir.

Ancak son zamanlarda hastalık, yalnızca bu bölgeleri değil, tüm dünyayı etkilediği için halk sağlığı açısından önemlidir.

Afrika dışındaki ilk salgın 2003 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde gerçekleşmiş, 2018-2022 yılları arasında Nijerya, İsrail, İngiltere, Singapur ve ABD gibi farklı ülkelere seyahat eden kişilerde hastalık bildirilmiştir.

Mayıs 2022’de ise endemik olmayan birçok ülkede birden fazla vaka bildirilmiş,  bunun üzerine Temmuz 2022’de DSÖ tarafından Halk Sağlığını Tehdit Eden Acil Durum ilanı yapılmıştır. Bu salgına, Soy I’den (Clade 1) daha az öldürücü olan Soy II (Clade 2) adlı maymun çiçeği virüsü türü neden olmuştur. Vaka sayısının Nisan 2023’ten itibaren azalması üzerine Mayıs 2023’de bu durum sonlandırılmıştır. Sonrasında  Afrika’da, özellikle Kongo’da, daha ağır seyirli bir Mpox suşu nedeniyle ciddi bir salgın başlamış ve 2024’te DSÖ yeniden uluslararası halk sağlığı acil durumu ilan etmiştir. Bu yeni ilanın amacı, ülkeleri salgının kontrol altına alınması için gerekli önlemleri almaya teşvik etmektir.

Maymun Çiçeği Virüsü Nasıl Bulaşır?

Maymun çiçeği virüsü, yalnızca maymunları değil, sincap, sıçan ve fare gibi kemirgenleri de etkileyebilir. Virüs, enfekte hayvanların insanları ısırması, tırmalaması, hayvanın eti, kanı, vücut sıvıları ve lezyonları ile temas edilmesi yoluyla insanlara bulaşabilir.

Enfekte kişinin vücut sıvılarına, cilt lezyonlarına doğrudan temas veya bu lezyonlarla kirlenmiş nesnelerle temas da bulaşmaya neden olabilir. Virüs ayrıca, plasenta yoluyla anneden fetüse veya doğum sırasında anneden bebeğe geçebilir.

Ayrıca, solunum yolu sekresyonlarının büyük damlacıkları ile insandan insana bulaşır; ancak bu bulaşmanın gerçekleşmesi için uzun süreli yüz yüze temas gereklidir. Bu nedenle, Maymun Çiçeği virüsünün COVID-19 gibi büyük salgınlara yol açma olasılığının şu an için düşük olduğu düşünülmektedir.

Maymun Çiçeği Virüsü Hastalığı

Maymun Çiçeği Hastalığının Belirtileri Nelerdir?

Genellikle  ateş, baş ağrısı, yorgunluk, yaygın vücut ağrıları, lenf bezlerinde şişlik ve deri döküntüleri gibi belirtilerle kendini gösterir. Bu belirtiler, virüsle temastan yaklaşık 6-13 gün sonra ortaya çıkar. Hastalığın ilk 5 gününde ateş, şiddetli baş ağrısı, lenf bezlerinde şişme, sırt ağrısı ve aşırı halsizlik gibi belirtiler görülür. Lenf bezlerinin şişmesi, bu hastalığı çiçek, suçiçeği ve kızamıktan ayırmada önemli bir faktördür. Ateşin ortaya çıkmasından sonraki 1-3 gün içinde ise deri döküntüleri başlar. Döküntüler genellikle yüzde, kollarda ve bacaklarda görülür; avuç içi, ayak tabanları, ağız, genital bölgeler ve gözlerde de lezyonlar olabilir. Lezyonlar, 2-4 hafta içinde kabuk bağlar ve kabukların düşmesiyle iyileşir. Bağışıklık sistemi baskılanmış kişilerde hastalık daha ağır seyredebilir ve bakteriyel enfeksiyonlar, pnömoni, sepsis, ensefalit ve görme kaybı gibi istenmeyen yan etkiler gelişebilir.

Maymun Çiçeği Hastalığının Tanısı Nasıl Konur?

Tanıda kişinin riskli coğrafi bölgeye seyahat hikayesi önemlidir.

Hastalığın tanısı, şüphelenilen durumlarda lezyonlardan usulünce alınan örneklerin PCR yöntemi ile analiz edilmesiyle konur. Ancak bu test, rutin tıbbi tahlil laboratuvarlarında yapılamamakta ve virüs kanda kısa süre bulunduğu için kan örneklerinde PCR yöntemi ile saptanması genellikle mümkün olmamaktadır. Ayrıca antijen ve antikor testleri de her zaman doğru sonuç vermemektedir.

Maymun Çiçeği Hastalığının Tedavisi veya Aşısı Var mı?

Şu anda Maymun Çiçeği virüsü enfeksiyonu için kanıtlanmış, güvenli bir tedavi yöntemi bulunmamaktadır. ABD’deki vakaların tedavisinde insan çiçek hastalığı aşısı, antiviral ilaçlar ve/veya intravenöz immünglobulin uygulamaları kullanılmaktadır.

 Çiçek hastalığı ve Suçiçeği ile benzerliği var mıdır?

Çiçek’li hastalıklar virüslerin neden olduğu birbirine benzer hastalıklardır. Çiçek ve suçiçeğinde görülen cilt lezyonlarına benzer lezyonlar Mpox’da da görülmektedir. Ancak lezyonların vücuttaki yerleşimleri , görüntüleri, seyirleri farklıdır. Ayrıca çiçek hastalığı yaygın aşılama sayesinde yeryüzünden silinmiştir. Mpox’da lenf düğümlerinde şişme de olabilir. Yakın zamanda (son bir ay içinde) MPox hastalığının görüldüğü Afrika, Orta Doğu, Avrupa ülkeleri ve ABD gibi ülkelere gitmiş olan kişilerde veya hastalığın daha fazla görüldüğü, örneğin her cinsten seks işçileri gibi, gruplarla yakın teması olan kişilerde veya hasta birinin temas ettiklerinde hastalık belirtilerinin görülmesi Mpox’u düşündürmelidir.

Çiçek aşısı Mpox’dan korur mu?

Çiçek aşısının, Mpox’a karşı yaklaşık %85 oranında koruma sağladığı bildirilmektedir. Ancak çiçek aşısı 1980’den beri uygulanmadığı için günümüzde aşılı kişiler genellikle 40-50 yaş ve üzerindedir. Bu süre zarfında koruma düzeyinin ne kadar sürdüğü belirsizdir. 2022 Mpox salgınında aşılı kişilerde de hastalığa yakalanan olgular görülmüş, ancak aşısız kişilere kıyasla daha az olgu bildirilmiştir. Aşılı kişilerin ev içi bulaşmalarda ve kronik sağlık sorunu olanlarda daha az risk taşıdığı gözlemlenmiştir.

Türkiye’de olgu saptandı mı?

2022 Mpox salgını sırasında Türkiye’de de olgular saptanmıştır. ABD Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezleri (CDC) verilerine göre, Türkiye’de 12 olgu bildirilmiştir. Kongo’da ortaya çıkan, komşu ülkelere yayılan ve 15 Ağustos tarihinde acil durum ilanı yapılan Mpox salgınıyla bağlantılı olarak Türkiye’de Ağustos 2024 tarihine kadar tanımlanmış bir olgu bulunmamaktadır.

Maymun Çiçeği Hastalığı

Mpox’tan nasıl korunulabilir?

Mpox’tan korunmak için şu önlemler alınabilir:

  1. Hasta kişilerin tanımlanması ve izolasyonu.
  2. Temaslıların belirlenmesi.
  3. Sağlık çalışanları ve ev halkının kişisel koruyucu malzemeler kullanması (eldiven, maske vb.).
  4. Riskli grupların tanımlanıp insan çiçek aşısı ile aşılanması.
  5. Riskli temasları olan kişilerin de insan çiçek aşısı ile aşılanması.
  6. Diğer temaslıların izlenmesi.
  7. Gerekli ilaç ve aşıların temin edilmesi.
  8. Toplumun doğru bilgilendirilmesi.

Hastalığın kontrol altına alınmasında ve toplumda yayılmasında bu önlemler etkili olacaktır.

REFERANSLAR

Çölyak Hastalığı Nedir?

Çölyak hastalığı, besinlerdeki buğday, arpa ve çavdarda bulunan gluten adı verilen bir proteine karşı ince bağırsağın hassasiyeti ile ortaya çıkar. Bu durum, besinlerin emilimini engeller ve çeşitli sağlık sorunlarına yol açabilir. Çölyak hastalığı, genetik yatkınlığı olan bireylerde ortaya çıkan ve yaşam boyu süren bir hastalıktır.

Çölyak Hastalığının Çeşitleri Nelerdir?

Çölyak hastalığı, farklı belirtiler ve tanı yöntemleri ile birkaç çeşide ayrılır:

Klasik Çölyak Hastalığı:

Sindirim sistemi semptomları ile karakterizedir. Daha çok çocuk popülasyonunda görülür.

Klasik Olmayan Çölyak (atipik) Hastalığı:

Sindirim sistemi dışı belirtiler gözlenir.

Klinik Öncesi Çölyak Hastalığı:

Klinik tanımlama eşiğinin altında bulguları olan hastaları kapsar. Sessiz Çölyak hastalığı olarak da adlandırılır.

 Potansiyel Çölyak Hastalığı:

Klasik ve klasik olmayan bulgular görülebilir veya tamamen semptomsuz olabilir.

Refrakter Çölyak Hastalığı:

Gluten içermeyen diyete rağmen semptomlar devam eder.

Çölyak Hastalığının Nedenleri Nelerdir?

Çölyak hastalığı, genetik ve çevresel faktörlerin bir kombinasyonundan kaynaklanır. Hastalığın gelişmesinde rol oynayan başlıca nedenler:

Genetik Yatkınlık:

HLA-DQ2 ve HLA-DQ8 genleri ile ilişkilidir.

Çevresel Faktörler:

Enfeksiyonlar, erken yaşta gluten tüketimi, bağırsak mikrobiyotasındaki değişiklikler.

Çölyak Hastalığının Belirtileri Nelerdir?

Çölyak hastalığının belirtileri kişiden kişiye değişebilir, ancak yaygın belirtiler şunlardır:

  • Karın ağrısı ve şişkinlik
  • Kronik ishal veya kabızlık
  • Kilo kaybı
  • Yorgunluk ve halsizlik
  • Demir eksikliği anemisi
  • Deri döküntüleri (Dermatitis herpetiformis)
  • Eklem ağrıları ve kemik erimesi (osteoporoz)

Çölyak Hastalığının Tanı Yöntemleri

Çölyak hastalığı tanısı, bir dizi test ve inceleme ile konur:

Kan Testleri:

Anti-tTG, EMA ve DGP antikor testleri.

Endoskopi ve Biyopsi:

İnce bağırsak biyopsisi, bağırsak hasarını doğrulamak için yapılır.

Genetik Testler:

HLA-DQ2 ve HLA-DQ8 genlerinin varlığı kontrol edilir.

 

Çölyak Testi Nedir? Çölyak Testi Nasıl Yapılır?

Çölyak testi, kandaki belirli antikorları tespit ederek çölyak hastalığını teşhis etmeye yardımcı olur. Yaygın çölyak testleri:

Anti-tTG (Anti-doku transglutaminaz)

EMA (Anti-endomisyum antikoru)

DGP (Deamidated gliadin peptide)

Test, genellikle kan örneği alınarak yapılır. Pozitif sonuç durumunda, endoskopi ve biyopsi ile kesin tanı konur.

Çölyak Hastalarının Beslenmesinde Dikkat Etmesi Gerekenler

Çölyak hastalarının sağlıklı bir yaşam sürdürebilmeleri için glutensiz bir diyet benimsemeleri şarttır. Dikkat edilmesi gereken noktalar:

  • Etiket okuma alışkanlığı kazanmak.
  • Gluten bulaşmasını önlemek için mutfak eşyalarını ayrı tutmak.
  • Doğal olarak glutensiz besinler tercih etmek (meyve, sebze, et, balık).

Çölyak Hastaları Neler Yiyebilir?

Çölyak hastalarının güvenle tüketebileceği besinler:

  • Taze meyve ve sebzeler
  • Et, balık ve deniz ürünleri
  • Yumurta
  • Süt ve süt ürünleri (glutensiz olarak işlenmiş)
  • Patates, pirinç, mısır ve kinoa gibi glutensiz tahıllar

Çölyak Hastaları Neler Yiyemez?

Çölyak hastalarının kaçınması gereken besinler:

  • Buğday, arpa ve çavdar içeren ürünler
  • Ekmek, makarna, kek, bisküvi gibi geleneksel unlu mamuller
  • Bira ve bazı işlenmiş gıdalar (hazır çorbalar, soslar)

 

Biruni Sağlıklı Yaşam Laboratuvarı Danışmanı ve Klinik Biyokimya Uzmanı Dr. Süreyya Şahinoğlu, Non-Çölyak Gluten Duyarlılığı’nın neden olduğu bulguları ve tanı testlerini anlatıyor.

Kandida Mantarı (Candida Albicans) Nedir?

Kandida, insan vücudunda doğal olarak bulunan bir tür maya mantarıdır. Vücutta birçok bölgede ama özellikle bağırsak, ağız ve ciltte bulunur. Normal şartlarda belirli sayılarda bulunduğunda  zararsız olan bu mantar, vücudun bağışıklık sistemi zayıfladığında artıp enfeksiyonlara neden olabilir. Kandida enfeksiyonları, ağızda “pamukçuk”, genital bölgede “vajinal mantar enfeksiyonu” ve daha ciddi durumlarda  “sistemik kandidiyazise” neden olabilir.

Kandida Belirtileri Nelerdir?

Candida enfeksiyonlarının belirtileri enfeksiyonun bulunduğu yere göre değişir:

  1. Oral Kandidiyazis (Pamukçuk):

    • Ağız içinde beyaz, kremsi lezyonlar
    • Ağrı ve hassasiyet
    • Tat kaybı
    • Ağız köşelerinde çatlaklar
  2. Vajinal Kandidiyaz:

    • Yoğun kaşıntı ve yanma
    • Yoğun, beyaz, peynirimsi akıntı
    • Cinsel ilişki sırasında ağrı
    • Vajinal bölgedeki deride kızarıklık ve şişlik
  3. Cilt Kandidiyazı:

    • Kızarıklık ve kaşıntı
    • Deride döküntüler
    • Deri kıvrımlarında nemli, beyazımsı plaklar
  4. Sistemik Kandidiyaz:

    • Ateş ve titreme
    • Kas ve eklem ağrıları
    • Yoğun yorgunluk
    • Ciddi vakalarda organ yetmezliği

Kandida Türleri Nelerdir?

Kandida ailesinde birçok farklı tür bulunur, ancak en yaygın olanları şunlardır:

  1. Candida albicans:

    En sık rastlanan türdür ve genellikle pamukçuk ve vajinal enfeksiyonlara neden olur.

  2. Candida glabrata:

    Özellikle bağışıklık sistemi zayıf olan bireylerde daha sık görülür.

  3. Candida tropicalis:

    Diyabetik hastalarda ve bağışıklık sistemi zayıf olanlarda yaygındır.

  4. Candida parapsilosis:

    Yenidoğanlarda ve hastane kaynaklı enfeksiyonlarda görülür.

  5. Candida krusei:

    Bazı antifungal ilaçlara dirençli olması nedeniyle tedavisi zordur.

Kandida Neden Olur?

Kandida enfeksiyonlarının birçok nedeni olabilir:

  1. Antibiyotik Kullanımı:

    Antibiyotikler, vücuttaki yararlı bakterileri öldürerek Kandida’nın aşırı büyümesine neden olabilir.

  2. Bağışıklık Sistemi Zayıflığı:

    HIV/AIDS, kanser tedavileri veya organ nakli gibi durumlar bağışıklık sistemini zayıflatır.

  3. Hormonal Değişiklikler:

    Hamilelik, doğum kontrol hapları veya hormon replasman tedavisi gibi hormonal değişiklikler Kandida enfeksiyonlarını tetikleyebilir.

  4. Diyabet:

    Yüksek kan şekeri seviyeleri Kandida’nın büyümesi için uygun bir ortam sağlar.

  5. Kötü Hijyen ve Nemli Ortamlar:

    Özellikle deri kıvrımlarında nemli ve hijyenik olmayan koşullar Kandida enfeksiyonlarına zemin hazırlar.

Kandida Nasıl Teşhis Edilir?

Maya ve küfler yapışkan özelliklerinden dolayı tek seferlik dışkı örneklemesinde dışkının analiz edilen bölümünde bulunmayabilir ve bu durumda dışkı örnek analizinde saptanamaz En az art arda 3 örnekleme ile analiz tekrar edilmelidir. Bu nedenle mikrobiyom incelemesinde tek örnekleme ile mantar saptanmaması candida kolonizasyonunu ekarte ettirmez. Kişinin klinik bulguları devam ediyor ise idrar “D arabinitol testi” ile Kandida metabolitleri idrarda tespit edilebilir. Kandida suşlarının idrar ile atılan en patojen metaboliti D-arabinitoldür. İnvaziv Kandida enfeksiyonlarının tanısı için “D-arabinitol” iyi bir gösterge olabilir.

Kandida Nasıl Önlenir?

Kandida enfeksiyonlarını önlemek için aşağıdaki adımlar atılabilir:

  1. Dengeli Beslenme:

    Şeker ve rafine karbonhidrat alımını azaltarak sağlıklı bir diyet izlemek, Kandida artışını kontrol altında tutmaya yardımcı olabilir.

  2. Bağışıklık Sistemini Güçlendirme:

    Düzenli egzersiz, yeterli uyku ve stres yönetimi, bağışıklık sistemini güçlü tutar.

  3. Hijyen:

    Özellikle genital bölge ve deri kıvrımlarının temiz ve kuru tutulması önemlidir.

  4. Antibiyotik Kullanımı:

    Antibiyotiklerin gereksiz ve aşırı kullanımından kaçınılmalıdır.

  5. Giysi Seçimi:

    Pamuklu ve hava alan giysiler giymek, nemli ortamların oluşmasını engeller.

Kandida Hakkında Sık Sorulan Sorular

  1. Kandida enfeksiyonu bulaşıcı mıdır?

    • Kandida genellikle bulaşıcı değildir, ancak vajinal kandidiyazis cinsel yolla bulaşabilir.
  2. Kandida diyeti nedir?

    • Kandida diyeti, şeker, gluten , süt ürünleri ve maya içeren yiyeceklerin kısıtlandığı bir diyet türüdür. Amaç, kandida’nın büyümesini kontrol altında tutmaktır.
  3. Kandida enfeksiyonları tekrarlayabilir mi?

    • Evet, özellikle altta yatan bir sağlık sorunu varsa veya yaşam tarzı değişiklikleri yapılmazsa enfeksiyonlar tekrarlayabilir.

Candida enfeksiyonları, doğru önlemler alındığında ve gerekli tedaviler uygulandığında genellikle kontrol altına alınabilir. Ancak, altta yatan sağlık sorunları veya yaşam tarzı faktörleri göz önünde bulundurulmalı ve uzun vadeli bir yaklaşım benimsenmelidir.

 

Alerjik Hastalıkların Artışı ve Mikrobiyota

Alerjik hastalıkların görülme sıklığında son yıllarda büyük bir artış yaşanmaktadır. Bu artışın altında yatan en önemli nedenler arasında genetik yatkınlık, çevresel maruziyetler, gıda katkı ve boya maddeleri, kimyasallar gibi vücuda yabancı maddelerin günlük hayatımıza daha fazla dahil olması ve koruyucu mikrobiyal floramızın zayıflaması bulunmaktadır. Özellikle batı toplumlarında alerjik hastalıkların artış gösterdiği bildirilmektedir. Bu durum, şehirleşme ve modern yaşam tarzıyla birlikte küçük yaştaki çocukların mikroorganizmalarla daha az karşılaşmasını ifade eden “hijyen teorisi” ile açıklanmaktadır.

Probiyotiklerin Mikrobiyota Üzerindeki Önemi

Probiyotikler, bağırsakta bulunan koruyucu mikrobiyota bariyerini güçlendirir. Bu sayede, bağırsak geçirgenliğini azaltarak alerjik protein yapılarının dolaşıma geçişini engellerler. Ayrıca, probiyotikler, bağırsak yüzeyini yabancı maddelere, toksinlere ve mikroplara karşı koruyan salgısal IgA antikor üretimini artırarak mukoza bağışıklığını da güçlendirirler.

Mikrobiyota ve Alerji İlişkisi

Alerji gelişen çocukların dışkı florası incelendiğinde, mikrobiyota biyoçeşitliliğinin ve yararlı bakterilerin azaldığı görülmüştür. Clostridia sınıfı bakterilerin gıda alerjilerine karşı koruyucu etkileri olduğu düşünülmektedir. Alerjik bünyeye sahip çocuklara dost bakterilerden olan Lactobacillus rhamnosus GG (LGG) ve Bifidobacterium Lactis (Bb-12) içeren besinler verildiğinde, alerji semptomlarının daha kolay kontrol altına alınabileceği belirtilmektedir. Gebelerde ve yeni doğanlara LGG verildiğinde, ileriki dönemlerde alerjik cilt hastalığı gelişme oranında %50 azalma saptanmıştır.

Bazı mikrobiyal bakterilerin veya metabolitlerinin, alerjileri önlemek veya tersine çevirmek amacıyla biyolojik tedavi aracı olarak kullanımı üzerine çok sayıda çalışma devam etmektedir. Bu araştırmalar, mikrobiyotanın alerjik hastalıkların önlenmesi ve tedavisindeki potansiyel rolünü ortaya koymayı hedeflemektedir.

Kaynak:

Mariona Pascal ve diğerleri. “Microbiome and Allergic Diseases.” Frontiers in Immunology, 2018. doi: 10.3389/fimmu.2018.01584.

 

 

 

 

 

Metabolik Sendrom Nedir? Tanı Kriterleri Nelerdir?

Metabolik sendrom, insülin direnciyle başlayan abdominal obezite, glukoz intoleransı veya  diabetes mellitus, dislipidemi, hipertansiyon ve koroner arter  hastalığı (KAH) gibi sistemik bozuklukların birbirine eklendiği ölümcül sonuçları olabilen bir endokrin bozukluklar bütünüdür.

Hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde erişkin popülasyonun %20 ile %30’unu etkilemektedir. Metabolik sendrom, insülin direnci sendromu, sendrom X, polimetabolik sendrom, ölümcül dörtlü ve uygarlık sendromu gibi farklı terimlerle de anılmaktadır.

Bu sendromu en çok, beslenmesi düzensiz, yoğun stres altında çalışan ve masa başında oturan, kişilerde görürüz.

Metabolik sendrom, insanın yaş ilerledikçe kalp ve/veya  şeker hastası olma olasılığını artırır. Önlemek için hastalığı ortaya çıkaran risk faktörlerini yok etmek gerekir.

Metabolik Sendrom bileşenleri Nelerdir?

Obezite:

Karın çevresinde yoğun yağ birikimi, dislipidemi, hiperglisemi, hipertansiyon ve buna bağlı olarak ortaya çıkan kardiyovasküler hastalıklar için zemin oluşturduğu kabul edilmektedir. Metabolik sendromun en güçlü risk faktörlerinden biridir.

İnsülin direnci:

Vücudun insülini normal şekilde kullanamaması, kan şekerinin yükselmesine neden olur. İnsülin direnci karaciğerde  yağlanma, karaciğer enzim yüksekliği ve hatta siroza neden olabilir.

Klinik pratikte HOMA-IR testi olarak bilinir ve  2.5 dan düşük olarak bildirilmektedir.

Hipertansiyon:

Spesifik bir nedene bağlı olmayan hipertansiyonun altında genellikle insülin direnci bulunmaktadır. İnsülin böbreklerden su ve tuz tutulumunu uyarmaktadır.

Hiperlipidemi:

Metabolik sendromlu hastalarda karın çevresinde yoğun yağ birikimi (viseral obesite) ve insülin direnci etkisi ile gelişen dislipidemi, HDL (iyi) kolesterol düşüklüğü ve trigliserit yüksekliği ile karakterizedir. LDL (kötü) kolesterol genellikle normal düzeylerde olmasına rağmen aterojenik ve küçük yoğun LDL alt gruplarında artış vardır. Hipertrigliseridemi ve HDL düşüklüğü kardiyovasküler hastalık riskini arttırır.

Koroner Arter Hastalığı:

Metabolik sendrom erken oluşan ateroskleroz için risk faktörü olarak kabul edilmektedir. Metabolik sendromlu hastalarda KAH riski 3 kat artmıştır.

Polikistik Over Sendromu:

İnsülin direnci ile ortaya çıkan, adet düzensizliği ile kendini belli eden, yumurtalıklarda çok sayıda iyi huylu kistin oluşumu ile gelişen bir kadın hastalığıdır. Erken yaşlarda kardiyovasküler hastalık görülme riskinin artırır.

Endotel Disfonksiyonu

Hiperkoagülabilite

Subklinik İnflamasyon

Metabolik sendrom’lu vakalarda, CRP düzeyleri arttıkça kardiyovasküler risk artar. CRP’nin zeminde var olan de varolan bir subklinik inflamasyonu gösterdiği ve bu sürecin ilerleyerek DM ve ateroskleroz a neden olduğu düşünülmektedir.

Metabolik Sendrom Tanı Kriterleri Nelerdir?

Türkiye Endokrinoloji Metabolizma Derneği, Metabolik Sendrom Çalışma Grubunun önerdiği, Metabolik Sendrom Tanı Kriterleri

Aşağıdakilerden en az biri;

  • Diabetes mellitus (şeker hastalığı) veya
  • Bozulmuş glukoz toleransı veya
  • İnsülin direnci

ve

Aşağıdakilerden en az ikisi:

  • Hipertansiyon (sistolik kan basıncı >130, diyastolik kan basıncı >85 mmHg veya antihipertansif kullanıyor olmak)
  • Dislipidemi (trigliseriler düzeyi > 150 mg/dl veya HDL düzeyi erkekte < 40 mg/dl, kadında < 50 mg/dl)
  • Abdominal obezite (VKİ > 30 kg/m2 veya bel çevresi: erkeklerde > 94 cm, kadınlarda > 80 cm)

Metabolik Sendromun Belirtileri Nelerdir?

Belirtiler genellikle diğer sağlık problemleriyle karıştırılabilir, bu yüzden düzenli sağlık kontrolleri önemlidir.

Metabolik Sendrom Nasıl Önlenir?

Metabolik sendromun önlenmesi, sağlıklı yaşam tarzı seçimleri ile mümkündür. Aşağıdaki stratejiler, metabolik sendrom gelişimini önlemede etkilidir:

Düzenli Fiziksel Aktivite:

Düzenli fizik aktivite insülin direncini düzelterek glukoz, lipid ve kan basıncı kontrolünü sağlar ve kardiyovasküler fonksiyonları düzeltir. Kilo alımının engellenmesi için düzenli olarak hergün 45-60 dakika fizik aktivite yapılmalıdır. Kardiyovasküler risk azalması için ise günde 10,000 adım atılması önerilmektedir.

Sağlıklı Beslenme:

Taze meyve ve sebze, tam tahıllar ve sağlıklı yağlar içeren, düşük tuz ve şekerli yiyeceklerden kaçınan bir diyet, kolesterol ve kan basıncını düzenlemeye yardımcı olur.

Kilo Kontrolü:

Sağlıklı bir vücut ağırlığını korumak, özellikle karın bölgesindeki yağlanmayı azaltarak, metabolik risk faktörlerini düşürür.

Sigarayı Bırakmak:

Sigara içmek, kalp hastalıkları ve diğer sağlık sorunları için önemli bir risk faktörüdür. Bırakmak, bu riskleri azaltır.

Düzenli Sağlık Kontrolleri:

Yüksek kan basıncı, yüksek kolesterol ve yüksek kan şekeri gibi risk faktörlerinin erken teşhisi ve yönetimi, metabolik sendromun önlenmesinde kritik öneme sahiptir.

Erken teşhis, etkili yönetim ve yaşam tarzı değişiklikleri, metabolik sendromun yol açabileceği sağlık sorunlarını önemli ölçüde azaltabilir.

 

Magnezyum Nedir?

Magnezyum Nedir? Magnezyum Nedenleri ve Belirtileri Nelerdir?

Magnezyum vücudumuzun birçok işlevinde rol oynayan önemli bir mineraldir. Eksikliği kas krampları, yorgunluk gibi belirtilere neden olabilir. Yeşil yapraklı sebzeler, kurubaklagiller ve kabuklu yemişler iyi magnezyum kaynaklarıdır.

Magnezyum Nedir?

Magnezyum (Mg), vücudumuzun her hücresinin ihtiyaç duyduğu bir mineraldir. Kandaki magnezyum düzeyini sabit tutmak, temel fonksiyonların sürdürülmesi için hayati önem taşır. Vücutta magnezyum ve kalsiyum arasındaki denge, sağlıklı işleyiş için kritik bir rol oynar. Eğer bu denge bozulursa, kalsiyum fazlalığı vücut için toksik hale gelebilir ve kalp rahatsızlıkları, artrit, osteoporoz, damar sertleşmesi, dokuların ve organların kalsifikasyonu gibi sorunlara yol açabilir. Bu nedenle, magnezyum ve kalsiyum dengesini korumak sağlığımız için son derece önemlidir.

Magnezyum Ne İşe Yarar?

Mg, glukoz ve insülin dengesinin iyileştirilmesine, kalp ritminin korunmasına ve kemik sağlamlığının devamına yardımcı olmaktadır. Ayrıca protein sentezi ve enerji metabolizmasında da rol alır.

Kas kasılması, enerji metabolizması, sinir sisteminde sinyal iletimi gibi çeşitli sistemlerin enzimatik reaksiyonlarının düzenlenmesinde rol alır. Magnezyum eksikliği de kas ağrısı baş ağrısı, migren, yorgunluk, irritabl bağırsak hastalığı gibi FMS (fibromiyalji sendromu) ye benzer durumlarla ilişkilidir

Magnezyum Eksikliğinin Nedenleri Nelerdir?

Mg eksikliği, sıklıkla Mg kaybına neden olan üriner, gastrointestinal sistem rahatsızlıklarına, Mg’un emilimindeki sorunlara veya kronik olarak az Mg alımına bağlıdır.

Kontrol altına alınamayan diyabet, yüksek alkol alımı, tiazid gibi diüretikler, gentamisin, amfoterisin ve siklosporin gibi bazı antibiyotikler ve sisplatin gibi kanser tedavisinde kullanılan bazı ilaçlar idrarla Mg kaybını arttırır. Kronik ve aşırı kusma ve ishal de Mg eksikliği ile sonuçlanabilir. Malabsorbsiyon sendromları gibi gastrointestinal problemler, yiyeceklerdeki Mg kullanımına engel olarak Mg eksikliğine neden olur.

Magnezyum Eksikliğinin Belirtileri Nelerdir?

Magnezyum eksikliğinin belirtileri arasında iştahsızlık, konfüzyon, oryantasyon bozukluğu, depresyon, anormal kalp ritimleri, koroner spazm, felçler, hastalık nöbetleri, kas krampları, karıncalanma ve uyuşukluk yer alır. Ayrıca, magnezyum eksikliği kalsiyum metabolizmasını ve kalsiyum seviyesini düzenleyen hormonları etkileyebilir. Yapılan araştırmalar, magnezyum desteğinin kemik mineral yoğunluğunu artırabileceğini ve kırık riskini azaltabileceğini göstermektedir. Bu nedenle, magnezyum alımına dikkat etmek ve dengeyi korumak sağlığımız için önemlidir.

Magnezyum Eksikliğinde Tanı Testleri

Serum magnezyum düzeylerinin belirlenmesi rutinde kullanılsa da son araştırmalar serum Mg düzeyinin, doku magnezyum durumunun değerlendirmede güvenilir bir gösterge olmadığını ortaya koymuştur. Magnezyumun yaklaşık %70’i hücre içinde bulunduğu için hem hücre içi hem de hücre dışı (serum) alanda çalışılması en hassas değerlendirmeyi sağlamaktadır.

Bazı durumlarda toksik metaller hayati önem taşıyan minerallerin etkisini engelleyebilirler. Nikel ile magnezyum arasında böyle bir durum söz konusudur. Nikel yüksekliği magnezyumu enzime bağlandığı yerden uzaklaştırır ve enzimin etkinliğini bozar.

Hangi Yiyecekler Magnezyum İçerir?

En iyi besinsel kaynakları, yeşil yapraklı sebzeler, tam tahıl ürünleri, kuru baklagiller ve sert kabuklu meyvelerdir. Meyve, sebze ve bol tahıl içeren çeşitli yemek yemek yeterli Mg alımına yardımcı olur. Bununla birlikte kimyasal gübre kullanımı, sebze ve meyvelerin tam mineral içerikli olgun forma erişmesine izin verilmeden dalından koparılması ve yüksek rafine tahıllı diyetlerden dolayı diyetlerimizde Mg sıklıkla az orandadır. Tamamen buğdaydan yapılmış ekmekte beyaz ekmeğe göre iki kat fazla Mg vardır, çünkü beyaz un hazırlanırken Mg’dan zengin tohum ve kepek ayıklanmaktadır. Sudaki Mg içeriği suyun niteliğine bağlıdır. Sert sular, yumuşak sulardan daha fazla Mg içerir. Sudan Mg alımı total Mg alımına çok az etki eder ve çok değişkendir.

Kaynaklar

  1. Altun Ö., Yoldemir Ş.. Tip 2 Diyabetes Mellitus, Fibromiyalji Sendromu ve Serum Magnezyum İlişkisi. Abant Tıp Dergisi 2021; 10:2
  2. Rude RK. Magnesium deficiency: A cause of heterogeneous disease in humans. J Bone Miner Res 1998; 13: 749-58.
  3. Heaney R.P. Nutrition and Risk for Osteoporosis. Marcus R, Feldman D, Kelsey J, (Eds). Osteoporosis. USA, Academic Press 2001: 669-700.

3.Sheeha JP. Magnesium Deficiency and Diabetes Mellitus. Magnes Trace Elem 1992; 10: 215-219.

  1. Elisaf M, Bairaktari E, Kalaitzidis R, Siamopoulos K. Hypomagnesemia in alcoholic patients. Alcohol Clin Exp Res 1998; 22:244-246.
  2. Lajer H, Daugaard G. Cisplatin and hypomagnesemia. Ca Treat Rev 1999; 25: 47-58.
  3. Rude RK, Olerich M. Magnesium deficiency: Possible role in osteoporosis associated with gluten-sensitive enteropathy. Osteoporos Int 1996; 6:453-61.
  4. Baysal A. Su ve Mineraller. Beslenme. Hatibo¤lu Yay›nevi. Ankara. 1996: 103-122.

 

Yeni bir COVID-19 Varyantı JN.1

JN.1 varyantı ilk defa Eylül 2023’de saptanan JN.1, omicron varyantının bir alt varyantı kabul edilmektedir. Hastalığın belirtileri omicron ile aynıdır; günümüzde uygulanmakta olan testler JN.1 için de geçerlidir.

İnfeksiyon hastalıklarında uluslararası bir otorite olan CDC (ABD Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezleri), COVID-19 ile ilgili tavsiyelerini değiştirmemiştir.

Laboratuvarımızda kullanılan tanı testleri JN.1 varyantını da tespit etmektedir. Raporda varyant ayrımı yapılmamaktadır.

 

Eozinofilik Protein X (EPX) nedir?

Eozinofilik Protein X (EPX)

Gıda alerjisinde bağırsak iltihabı ve bağırsak geçirgenliğinin artması ortaya çıkabilir.

Bu nedenle, hastalığın varlığı ve yaygınlığına ilişkin bir gösterge olarak dışkıda bazı testler araştırılmaktadır. Bu dışkı testlerinin kullanılması, daha invaziv olan sık endoskopik inceleme ihtiyacını da ortadan kaldırabilir.

Gıda alerjisinin tanısı için serum veya dışkıda eozinofil katyonik protein (ECP) ve idrarda eozinofil türevi nörotoksin (EDN) veya eozinofil protein X (EPX) dahil olmak üzere çeşitli eozinofil aracıları önerilmiştir.

Eozinofilik Protein X (EPX) nedir?

Eozinofilik Protein X, eozinofillerde bulunan suda çözünebilen bir proteindir. Bağışıklık sisteminin bir parçasıdır. Parazit ve bakterilere karşı savunmada önemli rol oynar. Alerjik reaksiyonlar ve inflamatuvar bağırsak hastalıkları ile ilişkilendirilir.

Yüksek Eozinofilik Protein X düzeyleri ne anlama gelir?

Dışkıdaki Eozinofilik Protein X seviyeleri, gastrointestinal sistemdeki eozinofil aktivitesinin bir belirtecidir. İnflamatuvar bağırsak hastalığı olan kişilerde düşük seviyeleri remisyon dönemini, yüksek seviyeleri ise nüksetme dönemini işaret etmektedir.

Eozinofilik Protein X Testi ne için kullanılır?

 Dışkı EPX ölçümleri inflamasyon düşünülen  bir bağırsak hastalığının takibi ve tanımlanmasında, İnvaziv bir hastalığın (örn. Kronik inflamatuvar bağırsak hastalığı, kolon kanseri) neden olduğu bağırsak mukoza bütünlüğünü analiz etmek için,

Hastalarda normal bir IgE düzeyi ve prick testinin negatif sonucu, bağırsakta gıda alerjisini dışlamamaktadır. Tam da bu noktada gıda alerjisi teşhisinde destekleyici olarak dışkı EPX testi kullanımı önerilmektedir.

 

Aşağıdaki durumlarda dışkıda EPX ölçümü yapılması önerilir.

  • Gıda alerjisinin doğrulanmasında,
  • Eliminasyon diyetinin değerlendirilmesinde,
  • İnvaziv bir hastalığın (örn. Kronik inflamatuvar bağırsak hastalığı, kolon kanseri) neden olduğu bağırsak mukoza bütünlüğünü analiz etmek için,
  • Bağırsak parazitlerinin tespitinde EPX ölçümü yapılması önerilir.

🌟Anti-HBs Testi Nedir?

Anti-HBs testi ile, hepatit B virüsünün protein yapısındaki yüzey antijenine karşı vücut tarafından oluşturulan bir antikordur. Antikorlar, vücutta antijenlere yani virüsün hastalık yapan protein kısmına bağlanarak bağışıklık sistemi tarafından yok edilmesini sağlayan proteinlerdir .Antikorun oluşması için bağışıklık sisteminin antijenle karşılaması gerekir. Anti-HBs, bu antikorun seviyesini ölçer.

Anti-HBs Testi Ne Zaman Pozitif Bulunur?

Anti-HBs olarak adlandırılan hepatit B yüzey antikoru iki durumda pozitifleşebilir. Birincisi kişinin vücudunun hepatit B virüsü ile direkt teması, ikincisi ise aşı yolu ile teması sonrası bağışıklık sistemi tarafından salınır. Bağışıklık hücrelerinin hepatit B virüsüne yönelik antikor sentezini başlatmasından bir süre sonra kanda anti-HBs değeri yükselir ve bu sayede vücut, virüse karşı bağışıklık geliştirir. Kişinin ilerleyen dönemlerde virüsle tekrar temas etmesi durumunda bu antikorlar hızlı şekilde bağışıklık yanıtı oluşturur ve virüs enfeksiyona yol açmadan vücuttan hızla uzaklaştırılması sağlanır. Dolayısıyla anti-HBs pozitifliği kişinin hepatit B virüsüne karşı koruyuculuğu olduğunu gösteren önemli bir parametredir.

Anti-HBs Testinin Negatif Çıkması Ne Anlama Gelir?

Hepatit B virüs enfeksiyonunu serolojik olarak değerlendirirken tek başına anti-HBs sonucu yeterli bir bilgi sunmaz. Bu değerlendirilirken hepatit B virüsüne ilişkin diğer serolojik testler de bir arada değerlendirilir. Kişinin daha önce hepatit B virüsü ile hiç karşılaşmadığı veya aşılanmadığı anlamına gelmekle beraber, hastalığa yakalandıktan 6 ay veya daha fazla süre geçtikten sonra pozitif olmazsa, kişilerin iyileşmediğinin ve hastalığın kronikleştiğinin bir göstergesidir. Bu kişiler hastalığı kan, vücut sıvıları ve dokular aracılığı ile başkalarına bulaştırabilirler. Çok ender olmakla birlikte hepatit B aşısından sonra da kişiye özgü faktörlere bağlı olarak anti-HBs pozitifliği oluşmayabilir.

Anti-HBs Testi Ne Zaman Yapılır?

Anti-HBs testi, hem hepatit B enfeksiyonu geçmişi olan kişilerin sağlık durumlarını izlemek, hem de aşılanan kişilerin bağışıklık durumlarını kontrol etmek için önemli bir araçtır.

Anti-HBs diğer hepatit B testleri ile birlikte hepatit B enfeksiyonu geçmişi olan kişilerin sağlık durumlarını değerlendirmek için kullanılır. Kişinin iyileşme süreci de anti-HBs testi ile izlenir.

Yeni hepatit B aşısı olan kişiler, aşının başarısını kontrol etmek için son aşı dozundan 1 ay sonra anti-HBs testini yaptırabilirler.

Ayrıca daha önce yapılmış olan aşının etkinliğinin kontrolü için de anti-HBs testi yapılır.

Bazı riskli durumlarda da doktorunuz anti-HBs ile bağışıklık durumunuzu kontrol etmek isteyebilir.

Anti-HBs Testinin Referans Aralığı Kaçtır?

Anti-HBs testinin sonucu, doktorunuz tarafından diğer laboratuvar bulguları ışığında değerlendirilir. Testin sonucu, hastanın hepatit B geçmişi, aşı durumuna bağlı olarak yorumlanır. Anti-HBs sonucu pozitif olan kişilerin virüse karşı bağışıklığı olduğunu ve aşı olmaya gerek duymayabileceğini gösterir. Ancak, “anti-HBs değeri ne olmalıdır?’’ sorusuna en doğru yanıtını doktorunuz verecektir.