Enfeksiyöz İshallere Güncel Yaklaşım

Enfeksiyöz ishal, hem çocuklar hem de yetişkinler arasında en sık rastlanan sağlık sorunlarından biridir. Günlük hayatta çoğu zaman hafif seyreder; ancak bazen hızla sıvı kaybına ve bu nedenle ciddi komplikasyonlara yol açabilir. Bu nedenle doğru ve hızlı bir tanı, etkin bir tedavi planı sağlanması için önemlidir.

İshal Nedir? Temel Kavramlar

İshal, dışkının sıvı kıvamda veya normalden daha gevşek formda olmasıdır. Günde üçten fazla sayıda dışkı çıkarılmasıyla tanımlanır. Üç ana gruba ayrılır:

  • Akut İshal (≤14 gün):

    En sık rastlanan form; çoğunlukla enfeksiyon kaynaklıdır.

  • Persistan İshal (14–30 gün):

    Akut aşamayı geçen vakalarda görülür; altta yatan kronik hastalık veya bağışıklık sistemi sorunları araştırılmalıdır.

  • Kronik İshal (>30 gün):

    Hasta bağırsak emilim bozuklukları, irritabl bağırsak veya inflamatuvar bağırsak hastalıkları açısından değerlendirilmelidir.

Patofizyolojik olarak ishal; sekretuar (enterotoksin salgısı), eksüdatif (mukus/kan salgısı), osmotik (emilemeyen maddeler), inflamatuvar veya motilite bozukluklarıyla ortaya çıkar. Enfeksiyöz ishaller genellikle sekretuar ve inflamatuvar mekanizmaların birleşimiyle seyreder.

Enfeksiyöz İshal Etkenleri

Enfeksiyöz ishale yol açan başlıca etkenler üç grupta toplanabilir: Virus, bakteri  ve parazit kaynaklı olanlar. Her birinin klinik seyri ve tedavi yaklaşımı farklılık gösterir.

Viral Etkenler

  • Rotavirus:6–24 aylık çocuklarda en sık görülen, aşı ile önlenebilir bir etkendir. Şiddetli su kaybına yol açabilir; Daha çok kış aylarında artış gösterir.
  • Norovirus: Her yaş grubuna hızlı bulaşır, özellikle toplu yaşam alanlarında (kreş, yatılı okullar) salgın yapar. Kusma ve ishal bir arada görülür.
  • Astrovirus ve Adenovirus (tip 40–41): Bağışıklık yetmezliğinde daha şiddetli tablo oluşturabilir. Klinik olarak daha yavaş seyreder ancak uzun süreli ishale neden olabilir.

Bakteriyel Etkenler

  • Salmonella spp.: Nontyphoid suşlar akut gastroenterit yaparken, typhoid suşları sistemik tutulum ve ateş tablosuna yol açar. Antibiyotik endikasyonu dikkatle değerlendirilmelidir.
  • Shigella türleri: Dizanteriye benzer klinik oluşturur ve sıklıkla antibiyotik gerektirir.
  • Campylobacter jejuni: Guillain–Barré sendromu riskini artıran, kısa inkübasyon süresine sahip patojendir. Karın ağrısı ve kanlı mukuslu dışkı sıklıkla görülür.
  • E. coli patotipleri:
    • ETEC (yolculuk ishali) – enterotoksin kaynaklı sekretuar ishal
    • EHEC (enterohemorajik) – hemolitik üremik sendrom riski
  • Vibrio cholerae: Kolera epidemilerinde “pirinç-su” dışkı karakteristiğiyle tanınır, su kaybını hızlı yerine koymak hayat kurtarır.

Protozoal ve Helmintik Etkenler

  • Giardia lamblia: Kronik ishal ve steatore’ye( yağlı dışkılama)  neden olur; su kaynaklı bulaşma yaygındır.
  • Entamoeba histolytica: Amipli dizanteriye yol açar; karın ağrısı, ateş ve kanlı dışkı görülebilir.
  • Helmintler (Schistosoma, Strongyloides vb.): Nadir olmakla birlikte, göçmen gruplarda veya kırsal alanlarda klinik tabloya katkıda bulunur.

Klinik Değerlendirme ve Tanı Yöntemleri

Enfeksiyöz ishallerde kliniğe başvuran hastanın hızlı ve doğru biçimde değerlendirilmesi, hem tedavi başarısını hem de toplum sağlığını korumayı sağlar.

Anamnez ve Fizik Muayene

  1. Seyahat ve Maruziyet Hikâyesi: Son 1–2 hafta içinde yurt dışı, kamplar veya kontamine su/gıda öyküsü.
  2. Semptomlar: Ateş, bulantı-kusma, karın ağrısı, kan/mukus varlığı ve dışkı sıklığı.
  3. Su Kaybı Bulguları: Ağız kuruluğu, idrar renginde koyulaşma, baş dönmesi, taşikardi, hipotansiyon.

Laboratuvar Yöntemleri

  • Dışkı Mikroskopisi: Lökosit, eritrosit, parazit yumurtaları için ilk basamak dışkının mikroskop altında incelenmesidir.
  • Kültür ve Serotiplendirme: Salmonella, Shigella, Campylobacter ve E. Coli türlerinin kültür ve serotiplendirme  ile farklı genetik varyasyonları belirlenir.
  • Moleküler Tanı (PCR): Bakteri, virüs, parazit gibi birçok etkenin aynı anda doğru ve hızlı tanımlanmasını sağlar. Gastrointestinal Enfeksiyonlar Moleküler Paneli, tek dışkı örneğinden 23 etkenin PCR yöntemi ile hızlı ve güvenilir analiz edilmesini sağlar.
  •  Antijen Tespiti (ELISA): Rotavirus ve Adenovirus, Norovirus, Entameoba antijen kitleriyle taranmasıdır.
  • İnflamasyon Belirteçleri: Dışkıda kalprotektin yüksekliğinin inflamatuvar ishal göstergesi olarak kullanımıdır.

 

Salgın Yönetimi ve Korunma Önlemleri

Toplu yaşam alanlarında ve sağlık kuruluşlarında salgınların yayılımını önlemek için alınan önlemler ayrı bir önem taşır. 

Hijyen ve Sanitasyon Tedbirleri

  • El Yıkama: Enfeksiyon zincirinin kırılması için sabunlu suyla en az 20 saniye yıkama. Alkol bazlı el dezenfektanı, el kirli değilse ikinci seçenek.
  • Yüzey Temizliği: Tuvalet, lavabolar ve sık dokunulan yüzeylerin klor bazlı dezenfektanlarla düzenli temizliği.
  • Gıda ve Su Güvenliği: İçme suyunun kaynatılarak ya da klorlanarak tüketilmesi; çiğ deniz ürünleri ve kontamine olma ihtimali yüksek gıdalardan kaçınılması.

Aşılar ve Koruyucu Yaklaşımlar

  • Rotavirüs Aşısı: Bebek aşılama takvimine eklenmesi, çocuklardaki hastaneye yatış oranını dramatik biçimde düşürür.
  • Kolera Aşısı: Endemik bölgelere seyahat edenlerde koruyucu etki sağlar.
  • Hastane İzolasyon: Enfeksiyoz ishal ise  temas izolasyonu ve uygun kişisel koruyucu ekipman kullanımı.

Özel Durumlar ve Risk Faktörleri

Bazı hastalar ve klinik senaryolar, standart yaklaşımdan farklı stratejiler gerektirir.

Risk Grubundaki Hastalar

  • Kronik Hastalar: Böbrek ve kalp yetmezliği, diyabet gibi altta yatan kronik hastalığı olanlar sıvı-elektrolit dengesi bozukluklarına daha duyarlıdır. Tedavi planı multidisipliner yapılmalıdır.
  • Yaşlı ve Bebekler: Vücut kitlelerinin küçük olması, dehidratasyon riskini artırır. 

Özel Klinik Senaryolar

  • Postantibiyotik Diyare: Clostridioides difficile enfeksiyonu ihtimaline karşı dışkı toksin testi yapılmalıdır.
  • İmmün Suprese Hastalar: PCR tabanlı geniş panel testleriyle nadir viral veya protozoal etkenler de aranmalıdır. Gastrointestinal Enfeksiyonlar Moleküler Paneli, 23 etken içeren geniş kapsamı ile tek örnekte hızlı ve doğru analiz sağlar.

Sonuç

Enfeksiyöz ishallerin erken tanısı ve zamanında müdahalesi, komplikasyonları önler ve toplumsal bulaşı kontrol altına alır. Klinik değerlendirme, uygun laboratuvar testleri, sıvı ve elektrolit kaybını yerine koyma ve antimikrobiyal tedavinin dengeli uygulanması temel adımdır. Hijyen tedbirleri ve aşı programlarına uyum, salgın dalgalarını azaltır.


Pro BNP ve NT-proBNP Nedir?

ProBNP (pro-B-type natriuretic peptide), kalbin ventriküllerinde üretilen bir hormon öncülüdür.

Kalp kasında gerilme veya stres olduğunda aktif BNP ve inaktif NT-proBNP (NT-proBNP (N-terminus pro-B-type natriuretic peptide), olarak iki parçaya ayrılır. NT-proBNP, kan dolaşımında daha uzun süre sabit kaldığından, kalp yetmezliği gibi durumların tanısında yaygın olarak kullanılır.

NT-proBNP’nin İşlevi

NT-proBNP, kalbin kan hacmini ve basıncını düzenlemesine yardımcı olur. Kalp, fazla sıvı veya basınç yüküyle karşılaştığında, böbreklerde su ve sodyum atılımını artırarak kalbin yükünü azaltır. Bu süreç, kan damarlarının genişlemesini teşvik eder ve kalbin daha az çaba sarf etmesini sağlar. NT-proBNP testi, bu biyobelirtecin kandaki seviyesini ölçerek kalp fonksiyonlarının ne kadar sağlıklı olduğunu gösterir.

ProBNP ve NT-proBNP Testi Nedir?

Pro B natriuretic peptide testi, kandaki BNP veya NT-proBNP seviyelerini ölçerek kalp sağlığını değerlendiren bir kan testidir. Bu test, kalp yetmezliği teşhisi koymak, hastalığın şiddetini belirlemek ve tedavinin etkinliğini izlemek için kullanılır. Test, genellikle kolunuzdaki bir damardan alınan küçük bir kan örneğiyle yapılır ve sonuçlar birkaç saat içinde elde edilebilir.

Testin Kullanım Alanları

  • Kalp yetmezliği teşhisi: NT-proBNP ve BNP seviyeleri, kalp yetmezliğini doğrulamak veya dışlamak için kullanılır.
  • Semptomların ayrıştırılması: Nefes darlığı, yorgunluk veya ödem gibi semptomların kalp yetmezliğinden mi yoksa akciğer hastalıkları gibi başka bir sorundan mı kaynaklandığını belirler.
  • Risk değerlendirmesi: Yüksek seviyeler, kalp krizi veya diğer kardiyovasküler olaylar için risk artışı gösterebilir.

Normal Değerler

  • BNP: 100 pg/mL’nin altı normal kabul edilir.
  • NT-proBNP: 125 pg/mL’nin altı (75 yaş üstü için 450 pg/mL) normal kabul edilir. Bu değerler, laboratuvar koşullarına ve yaşa göre değişiklik gösterebilir. Doktorunuz, test sonuçlarını incelerken yaşınızı, cinsiyetinizi ve genel sağlık durumunuzu göz önünde bulunduracaktır.

ProBNP Yüksekliği Nedir?

ProBNP yüksekliği veya NT-proBNP yüksekliği, genellikle kalbin aşırı stres altında olduğunu veya kalp yetmezliği gibi bir sorunun varlığını gösterir. Ancak, yüksek değerler sadece kalp yetmezliğine işaret etmez; başka sağlık sorunları da bu durumu tetikleyebilir.

ProBNP  ve NT-proBNP Neden Yükselir?

ProBNP ve NT-proBNP seviyelerindeki artış, kalbin karşılaştığı yük ve gerilimle ilişkilidir. Aşağıdaki durumlar, ProBNP veya NT-proBNP seviyelerinin artmasına neden olabilir:

  1. Kalp Krizi: Kalp kasındaki zarar, BNP ve NT-proBNP seviyelerini yükseltebilir.
  2. Hipertansiyon: Yüksek tansiyon, kalbin daha fazla çaba sarf etmesine yol açar.
  3. Kapak Hastalıkları: Aort darlığı veya mitral yetersizliği gibi durumlar kalbi zorlar.
  4. Pulmoner Embolizm: Akciğer damarlarında tıkanıklık, kalbin sağ tarafını etkiler.
  5. Böbrek Hastalıkları: Böbrek fonksiyon bozukluğu, NT-proBNP’nin kandan temizlenmesini zorlaştırır.
  6. Yaş ve Cinsiyet: İleri yaş ve kadın cinsiyet, hormonal faktörler nedeniyle daha yüksek değerlere yol açabilir.
  7. Obezite: Obezitede BNP seviyeleri genellikle daha düşük olsa da, NT-proBNP düzeyleri üzerinde değişiklikler görülebilir.
  8. Diğer Durumlar: Atriyal fibrilasyon, sepsis, hipertiroidi veya kronik obstrüktif akciğer hastalığı gibi durumlar da yükselmeye neden olabilir.

Kalp Sağlığını Korumak İçin Öneriler

NT-proBNP ve ProBNP testleri, kalp sağlığınızı izlemenin yalnızca bir parçasıdır. Kalbinizi korumak için aşağıdaki adımları takip edebilirsiniz:

  • Sigara Tüketiminin Bırakılması: Tütün ürünleri, damarların yapısını bozar ve kalbin kan pompalama kapasitesini olumsuz etkiler. Sigara içen bireylerde kalp krizi ve damar tıkanıklığı riski belirgin şekilde yükselir.
  • Düzenli Egzersiz: Haftada en az 150 dakika orta yoğunlukta egzersiz yapmak kalp sağlığını destekler.
  • Stres Yönetimi: Yoga, meditasyon veya nefes egzersizleri stres yönetimine katkıda bulunur.
  • Düzenli Kontroller: Kan basıncı, kolesterol ve şeker seviyelerinin düzenli kontrolü genel sağlık durumunun değerlendirilmesi için önemlidir.

 

  1. NT-proBNP testi gerçekten güvenilir mi?

    Evet, kalp yetmezliği şüphesi olan bireylerde NT-proBNP testi oldukça güvenilir bir biyobelirteçtir. Yine de, en sağlıklı değerlendirme için EKG, EKO ve muayene gibi diğer bulgularla birlikte yorumlanmalıdır.

  2. Bu test kimlere önerilir?

    Nefes alırken zorlananlar, sürekli halsizlik hissedenler veya vücutta ödem yaşayan kişiler bu testi yaptırabilir. Ayrıca ailesinde kalp hastalığı öyküsü bulunan bireylerde de koruyucu amaçla tercih edilir.

  3. ProBNP ile NT-proBNP arasında fark var mı?

    ProBNP, hormonun öncül formudur ve doğrudan ölçülmez. NT-proBNP ise bu yapının bir parçasıdır ve kandaki seviyesi üzerinden kalbin işlevi değerlendirilir.

BNP ve NT-proBNP ölçümleri kalp yetersizliği tanısında yararlıdır. Ancak NT-proBNP, BNP’ ye göre  kanda daha uzun süre bulunduğu için BNP ölçümlerine kıyasla daha yaygın olarak kullanılmaktadır.

  1. Testten önce aç olmak gerekir mi?

    Genellikle böyle bir gereklilik yoktur. Ancak doktorunuz özel bir durum için farklı bir hazırlık önerebilir.

  2. Yüksek ProBNP ve NT-proBNP sadece kalple mi ilgilidir?

    Hayır. Kalp dışında böbrek fonksiyonlarındaki bozulmalar, ciddi enfeksiyonlar veya akciğer dolaşımında yaşanan sorunlar da bu değerin yükselmesine neden olabilir.

  3. Test ne kadar sürer?

    Kan örneği alındıktan sonra sonuç aynı gün içinde hazır olur.

  4. Yaş ilerledikçe NT-proBNP değerleri değişir mi?

    Evet. Yaşla birlikte vücutta doğal olarak bazı biyobelirteçlerde artış olur. NT-proBNP de bu gruba dahildir ve ileri yaş gruplarında normal değer aralığı daha yüksektir.

  5. ProBNP ve NT-proBNP testi başka hangi sorunları ortaya çıkarabilir?

    Kalp yetmezliğinin dışında, kalp kapağı hastalıkları, akciğer damarlarında pıhtı oluşumu (pulmoner emboli) ve böbrek yetersizliği gibi rahatsızlıklarda da yol gösterici olabilir.

 


Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini) Nedir?

Biotin, Sağlıklı bir yaşam için vitaminler vücudumuzun olmazsa olmazlarındandır. Bu vitaminler arasında belki de en az bilinen ancak sağlığımız için son derece önemli olan bir tanesi var: Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini). Peki nedir bu Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini), hangi besinlerde bulunur ve eksikliğinde vücudumuzda neler olur?

Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini) Nedir?

Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini), suda çözünen B kompleks vitaminlerinden biridir. Adını Yunanca’da “yaşam” anlamına gelen “bios” sözcüğünden almıştır. B7 vitamini ya da H vitamini olarak da bilinir. Vücudumuzda yağların ve karbonhidratların enerjiye dönüştürülmesinde rol alır.

Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini)i Hangi Besinlerde Bulabiliriz?

Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini), diğer suda çözünen vitaminlere göre besinlerde daha az miktarda bulunsa da, günlük ihtiyacımızı karşılayacak kaynaklara ulaşmak zor değildir. İşte Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini) açısından zengin besinler:

  • Yumurta sarısı (En zengin kaynaklardan biri)
  • Karaciğer
  • Maya
  • Süt ve süt ürünleri
  • Balık
  • Pirinç
  • Soya
  • Ceviz, fındık gibi kuruyemişler
  • Buğday ve tam buğday ekmeği
  • Tavuk ve kuzu eti
  • Peynir

19 yaş üstü yetişkinler için günlük önerilen Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini) miktarı 50 mikrogramdır. Emziren annelerin günlük Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini) ihtiyacına ek olarak 5 mikrogram daha almaları tavsiye edilir.

Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini)in Vücudumuzdaki Yolculuğu

Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini), besinlerde genellikle proteine bağlı şekilde bulunur. Sindirim sürecinde, sindirim enzimleri tarafından işlenir ve bağırsakta Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini)idaz enzimi sayesinde serbest Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini) açığa çıkar. Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini) daha sonra bağırsaklardan emilir ve kan dolaşımı yoluyla karaciğer, böbrek ve kas gibi dokulara taşınır. Vücutta kullanılan Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini)in yaklaşık yarısı metabolitleri şeklinde idrarla atılır.

 

 

Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini)in Vücudumuzdaki Görevleri

Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini), vücudumuzda dört önemli enzimin kofaktörü olarak görev yapar. Bu sayede:

  1. Yağ asidi sentezi
  2. Kan şekeri düzenlenmesi (glukoneogenez)
  3. Amino asit metabolizması

gibi hayati öneme sahip süreçlerde aktif rol oynar.

Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini) Eksikliği Neden Olur?

Normal beslenme düzenine sahip kişilerde Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini) eksikliği oldukça nadirdir. Bunun nedenleri:

  • Günlük ihtiyacın düşük miktarda olması
  • Birçok yaygın gıdada bulunması
  • Bağırsak florasında da sentezlenebilmesi

Ancak bazı özel durumlarda Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini) eksikliği gelişebilir:

Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini) Eksikliğine Neden Olan Durumlar

  1. Uzun süre çiğ yumurta akı tüketimi: Çiğ yumurta akında bulunan avidin proteini, Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini)e bağlanarak bağırsaktan emilimini engeller. Yumurta pişirildiğinde avidin etkisiz hale gelir.
  2. Uzun süreli total parenteral beslenme (damardan beslenme): Bir haftadan uzun süren durumlarda Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini) takviyesi gereklidir.
  3. Antikonvülsan (sara) ilaçlarının uzun süreli kullanımı: Fenitoin, primidon, karbamazepin gibi ilaçlar Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini) emilimini azaltabilir.
  4. Uzun süreli geniş spektrumlu antibiyotik kullanımı: Bağırsak florasını değiştirerek Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini) sentezini azaltabilir.
  5. Gebelik: Gelişen fetüsün hızla bölünen hücreleri daha fazla Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini)e ihtiyaç duyar.
  6. Karaciğer hastalıkları: Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini) metabolizmasını etkileyebilir.
  7. Kalıtsal Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini) kullanım bozuklukları: Multipl karboksilaz eksiklikleri (MKE) olarak bilinen genetik hastalıklar.

Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini) Eksikliği Belirtileri

Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini) eksikliğinin belirtileri genellikle 2-3 hafta içinde ortaya çıkar:

Cilt ve Saç Sorunları

  • Kuru cilt
  • Seboreik dermatit
  • Yüzde kızarıklık ve döküntüler
  • Saç dökülmesi (kısmi veya tamamen)
  • İnce ve kırılgan saçlar

Nörolojik Belirtiler

  • Depresyon
  • Mental durum değişiklikleri
  • Kas ağrıları
  • Aşırı duyarlılık ve karıncalanma hissi

Sindirim Sistemi Sorunları

  • Bulantı
  • Kusma
  • İştahsızlık

Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini) ve Sağlık İlişkisi

Şeker Hastalığı (Diyabet) ve Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini)

Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini)in kan şekeri düzeyini düşürücü etkisi olduğunu gösteren çalışmalar vardır. Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini):

  • Glukoz kullanımını artırabilir.
  • Karaciğerde glukozdan glikojen sentezini artıran glukokinaz enzimini uyarabilir.
  • Laboratuvar çalışmalarında farelerin pankreasında insülin salgılanmasını uyardığı gösterilmiştir.

Kırılgan Tırnaklar ve Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini)

Kırılgan tırnakları olan kadınlarda yapılan çalışmalarda, günde 2.5 mg Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini) takviyesinin (6 aya kadar):

  • Katılımcıların %67-91’inde klinik iyileşme sağladığı
  • Tırnak kalınlığını %25 artırdığı
  • Tırnaklardaki çatlamaları azalttığı gösterilmiştir

Saç Dökülmesi ve Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini)

Saç dökülmesi ciddi Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini) eksikliğinin bir belirtisi olmasına rağmen, normal kişilerde saç dökülmesini tedavi etmek veya önlemek için yüksek doz Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini) takviyesinin etkili olduğunu gösteren bilimsel kanıtlar henüz yeterli değildir.

 

Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini)idaz Eksikliği: Önemli Bir Genetik Hastalık

Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini)idaz eksikliği, Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini)in vücutta kullanımını etkileyen otozomal resesif geçişli bir genetik hastalıktır. Bu hastalıkta aşağıdaki belirtiler görülebilir.

  • Deri döküntüleri
  • Saç dökülmesi
  • Bebeklerde beslenme güçlüğü
  • Solunum sorunları
  • Nöbet geçirme (konvülsiyon)
  • Kas tonusu azalması (hipotoni)
  • Gelişme geriliği
  • İşitme kaybı
  • Görme sorunları
  • Bağışıklık sistemi zayıflığı

Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini) Eksikliği Tanısı

  • Tarama testi ile erken tanı mümkündür.
  • Günde 10-20 mg Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini) tedavisi ile dramatik iyileşme sağlanır.
  • Erken tanı ve tedavi kalıcı hasarları önler.

Türkiye’de 2008 yılından itibaren yenidoğan tarama programına Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini)idaz eksikliği taraması eklenmiştir. Dünya genelinde Biotin ( Vitamin H, B7 Vitamini)idaz eksikliği görülme sıklığı 1/60.000 iken, Türkiye’de bu oran çok daha yüksek olup 1/11.000’dir.

 

 

🌸Östrojen Nedir? Türleri Nelerdir?

Östrojen Nedir? Steroid yapılı bir hormondur, ağırlıklı olarak yumurtalıklarda üretilir. Ancak kandaki kolesterol ve böbreküstü bezlerinin salgıladığı hormonlar da östrojen üretimine katkı sağlar. Gebelik döneminde ise plasenta tarafından üretilen östrojen, fetüs gelişiminin sağlıklı bir şekilde devam etmesine yardımcı olur. Üreme sağlığı açısından kritik bir öneme sahip olan östrojen, vücudun birçok farklı sistemini etkileyen bir dizi işlemi de düzenler.

Östrojen, çoğunlukla kadınlara özgü bir hormon gibi düşünülse de erkeklerde de belirli seviyelerde bulunur. Kadınlarda fiziksel gelişimin tamamlanması, göğüslerin belirli büyüklüğe ulaşması, düzenli adet döngüsünün sağlanması ve üreme yeteneğinin kazanılmasında temel rol oynar. Östrojen kalp, damarlar, beyin, cilt, kemik sağlığı ve daha bir çok doku sağlığı için de çok önemlidir.

Erkeklerde östrojen fazlalığı jinekomasti (memelerin fazla büyümesi), ereksiyon problemleri, kısırlık, prostat kanseri gibi sorunlara yol açabilirken, östrojen eksikliği üreme fonksiyonlarını ve prostat sağlığını olumsuz etkileyebilir.

Düzenli bir yaşam tarzı benimsemek hormon seviyelerinin korunmasında oldukça etkilidir. Dengeli beslenme, düzenli egzersiz, ideal vücut ağırlığının korunması ve stresin kontrol altına alınması östrojen seviyelerinin düzenlenmesine katkıda bulunabilir. Bu yöntemlerin yeterli olmadığı durumlarda ise doktor kontrolünde hormon içeren ilaç takviyelerine başvurulabilir.

Östrojen Türleri Nelerdir?

Vücutta farklı işlevlere sahip üç ana östrojen türü bulunur. Her biri, yaşamın farklı dönemlerinde veya belirli koşullarda öne çıkar:

  1. Estron (E1):

    Estron, menopoz sonrası kadınların vücudunda baskın olan östrojen türüdür. Diğer östrojen türlerine göre daha az etkilidir ve bu dönemdeki hormon seviyesini düzenler.

  2. Estradiol (E2):

    Estradiol, östrojenin en aktif ve güçlü formudur. Üreme çağındaki kadınlarda baskın olan bu hormon türü, yumurtalıklar tarafından üretilir. Cinsel gelişim, adet döngüsü ve üreme sağlığında önemli rol oynar.

  3. Estriol (E3):

    Estriol, özellikle hamilelik sırasında baskın hale gelir. Plasenta tarafından üretilir ve fetüs ile anne arasındaki sağlıklı etkileşimi destekler. Hamilelik dışında estriol seviyeleri genellikle düşüktür.

Bu üç tür östrojen, yaşam boyunca hormon dengesini sağlamak ve vücutta farklı işlevleri yerine getirmek için birlikte çalışır. Hormon bozukluklarında bu türlerin seviyelerinin izlenmesi önemlidir.

Östrojen Vücutta Nerede Bulunur?

Östrojen, vücutta birkaç farklı noktada üretilir ve kan dolaşımı yoluyla hedef dokulara taşınarak etkilerini gösterir. Özellikle yumurtlama döneminde östrojenin büyük bir kısmı yumurtalıklardan salgılanır. Bunun dışında östrojen üretiminde rol oynayan diğer bölgeler şunlardır:

  1. Adrenal Bezleri:

    Böbreküstü bezleri, az miktarda östrojen üretimi gerçekleştirir. Menopoz sonrası dönemde bu bezler, östrojen kaynağı olarak önem kazanır.

  2. Yağ Dokusu:

    Vücutta bulunan yağ dokusu, menopoz sonrası kadınlarda östrojen üretimine katkıda bulunur. Bu durum, hormon seviyelerinin belirli bir düzeyde kalmasına yardımcı olur.

  3. Plasenta:

    Hamilelik sırasında plasenta, östrojen üretiminde kritik bir rol oynar. Bu hormon, gebeliğin sağlıklı bir şekilde ilerlemesini destekler.

Üretilen östrojen, kan dolaşımı yoluyla vücuda taşınır ve hedef dokulardaki östrojen reseptörlerine bağlanarak etki gösterir. Bu reseptörler, vücudun pek çok farklı bölgesinde bulunduğundan, östrojenin etkileri oldukça geniş bir alanı kapsar.

Normal Östrojen Seviyeleri Nelerdir?

Östrojen seviyeleri, yaşam boyunca doğal olarak dalgalanır ve bu değişimler genellikle belirli yaşam evrelerine veya fizyolojik süreçlere bağlıdır. Östrojenin doğal değişim gösterdiği bazı durumlar şunlardır:

  1. Ergenlik Dönemi:

    Bu dönemde östrojen seviyelerinde belirgin bir artış görülür. Hormon artışı, cinsel gelişimi ve üreme organlarının olgunlaşmasını destekler.

  2. Yumurtlama Dönemi:

    Yumurtlama sırasında östrojen seviyeleri zirve yapar. Bu durum, rahmin hamilelik için hazırlanmasını ve döllenmeye uygun bir ortam oluşmasını sağlar.

  3. Regl Dönemi:

    Adet döngüsü boyunca östrojen seviyeleri dalgalanır. Gebelik gerçekleşmediğinde hormon seviyeleri düşer ve vücut, döngünün yeniden başlamasına hazırlanır.

  4. Menopoz Dönemi:

    Menopoz yaklaşırken östrojen seviyelerinde belirgin bir azalma yaşanır. Bu durum, yumurtalıkların hormon üretimini azaltmasıyla ilişkilidir.

Östrojen Hormonu seviyeleri

Sürekli Düşük veya Yüksek Östrojen Seviyeleri

Östrojenin sürekli düşük veya yüksek olması, sağlık problemlerine işaret edebilir:

Düşük Östrojen:

Kemik erimesi, düzensiz adet döngüleri veya kısırlığa neden olabilir.

Yüksek Östrojen:

Adet düzensizlikleri, meme hassasiyeti, kilo artışı ve ruh hali değişiklikleri gibi sorunlara yol açabilir.

Östrojen Baskınlığı Nedir?

Yüksek östrojen, vücutta östrojen seviyelerinin progesterona oranla anormal derecede artması durumudur. Bu durum hem kadınlarda hem de erkeklerde çeşitli sağlık sorunlarına neden olabilir.

Kadınlarda Yüksek Östrojenin Belirtileri ve Etkileri

Kadınlarda yüksek östrojen seviyeleri şu belirtilerle kendini gösterebilir:

  • Adet Düzensizlikleri:

    Adet döngüsünde bozulmalar ve ağrılı regl dönemleri sık görülür.

  • Fiziksel Belirtiler:

    Kilo artışı, yorgunluk, meme hassasiyeti ve rahimde miyom oluşumu görülebilir.

  • Duygusal Etkiler:

    Ruh hali değişiklikleri, kaygı ve depresyon belirtileri sıklıkla yaşanır.

Erkeklerde Yüksek Östrojenin Belirtileri ve Etkileri

Erkeklerde yüksek östrojen seviyeleri şu sorunlara yol açabilir:

  • Meme Büyümesi (Jinekomasti):

    Fiziksel ve estetik rahatsızlıklara neden olur.

  • Kısırlık:

    Sperm üretimi olumsuz etkilenerek üreme sağlığı zarar görebilir.

Yüksek Östrojenin Nedenleri

Yüksek östrojen seviyelerinin oluşumuna katkıda bulunabilecek başlıca nedenler şunlardır:

  • Vücutta Östrojen Metabolizmasının Bozulması:

    Karaciğerin östrojenin atılımını gerçekleştirememesi.

  • Hormon İlaçları Kullanımı:

    Östrojen içeren ilaçlar ya da hormonal tedaviler.

  • Yaşam Tarzı Faktörleri:

    Fazla alkol tüketimi, yüksek vücut yağı oranı ve stres.

  • Hastalıklar:

    Polikistik Over Sendromu (PCOS), rahim tümörleri ve yumurtalık kanseri gibi rahatsızlıklar.

Östrojenin Vücutta Üreme Dışındaki Görevleri Nelerdir?

Östrojen hormonu, üreme sistemi dışında da vücudun pek çok farklı bölgesinde kritik roller üstlenir. Kemik sağlığı, kalp-damar sistemi, sinir sistemi ve cilt gibi birçok alanda önemli işlevleri vardır:

  • Kolesterol Düzeylerinin Düzenlenmesi:

    Östrojen, kötü kolesterol (LDL) seviyelerini düşürürken, iyi kolesterol (HDL) seviyelerini artırır ve bu sayede kalp-damar sağlığını korur.

  • Kan Şekeri Seviyesinin Kontrolü:

    İnsülin hassasiyetini artırarak kan şekeri seviyelerinin dengelenmesine yardımcı olur.

  • Kemik Sağlığı:

    Kemik yoğunluğunu koruyarak osteoporoz riskini azaltır. Özellikle menopoz sonrası dönemde düşük östrojen seviyeleri kemik erimesine neden olabilir.

  • Kan Akışı ve Dolaşımı:

    Kan damarlarının elastikiyetini artırır, böylece kan dolaşımı daha düzenli hale gelir ve vücudun genel sağlığı desteklenir.

  • Cilt Sağlığı:

    Kolajen üretimini teşvik ederek cildin elastikiyetini artırır ve nem dengesini sağlar. Daha sağlıklı ve genç bir cilt görünümü elde edilmesine yardımcı olur.

  • Beyin Fonksiyonları:

    Bilişsel işlevlerin, hafızanın ve odaklanmanın desteklenmesinde önemli bir role sahiptir.

Bu çok yönlü hormon, yalnızca üreme sisteminde değil, genel vücut sağlığının korunmasında da hayati bir öneme sahiptir.

Östrojen Hormonu Nasıl Ölçülür?

Östrojen seviyelerinin dengede olup olmadığını öğrenmek için kan testi uygulanır. Bu test, laboratuvar ortamında gerçekleştirilir ve östrojenin üç ana türü olan estron (E1), estradiol (E2) ve estriol (E3) seviyelerini belirler. Test sonuçları, östrojen seviyelerinin normal aralıkta olup olmadığını tespit etmek ve varsa dengesizliklerin nedenlerini araştırmak için kullanılır.

Östrojen Dengesi Nasıl Sağlanır?

Östrojen hormonundaki dengesizlikler tamamen önlenemese de, sağlıklı bir yaşam tarzı hormon seviyelerinin düzenlenmesine destek olabilir.

  1. Stres Yönetimi:

    Aşırı stres, kortizol ve adrenalin hormonlarının artışına neden olarak östrojen seviyelerini olumsuz etkileyebilir. Yoga, meditasyon ve nefes egzersizleri gibi aktiviteler stresin azaltılmasına yardımcı olabilir.

  1. Sağlıklı Beslenme:

    Lif oranı yüksek gıdalar, sağlıklı yağlar ve omega-3 yağ asitleri içeren bir diyet, östrojen seviyelerini destekler. Şeker ve işlenmiş gıdalardan uzak durmak da faydalıdır.

  2. Alkol Tüketimini Azaltma:

    Aşırı alkol tüketimi, östrojen seviyelerinde dengesizliklere yol açabilir. Bu nedenle alkol alımını sınırlandırmak önemlidir.

  3. Egzersiz ve Kilo Kontrolü:

    Düzenli fiziksel aktivite ve sağlıklı bir vücut kitle indeksine sahip olmak, hormon seviyelerinin dengelenmesine katkıda bulunur.

Östrojen Metabolizması

Vücudumuzda görevini tamamlayan Östrojenler farklı yıkım yollarına gider. Bu yıkılım yollarından güvenli olmayan yola ilerleyen östrojenler vücutta birikir. Biriken östrojenler dna hasari ve kansere neden olabilir. İstenmeyen yolun tercih edilmesinin nedenleri bulunmalıdır, detoks fonksiyonu güçlendirilmelidir
İdrarda bakılan bu test ile östrojenlere bağlı sağlık riski hassas analizlerle önceden değerlendirilir.

 

 

Homosistein Nedir?

Homosistein nedir? metabolizmada önemli rol oynayan bir amino asittir. Yüksek homosistein seviyesi; kalp-damar hastalıkları, diyabet ve sinir harabiyetine yol açan hastalıklar başta olmak üzere kronik hastalıklar için risk faktörüdür.

Homosistein hangi gıdalarda bulunur?

Et, balık, yumurta ve tahıllarda yüksek oranda bulunur.

Homosistein Neden Gereklidir?

Homosistein, metiyonin döngüsünün sürdürülmesinde rol oynayan bir amino asittir. Metiyonin vücutta enerji üretimi, DNA sentezi ve protein üretimi gibi önemli süreçlerde kullanılır. Metiyonin’in glutatyon sentezinde de rolü vardır.

İdeal Homosistein Değerleri

Yetişkinlerde sağlıklı homosistein seviyeleri yaklaşık 5-15 μmol/L arasında olmalıdır.

Homosistein Düzeylerinin Anlamı

Homosistein düzeyi, kan testi ile ölçülür.

Verilen referans değer aralığından düşük  düzeyler genellikle sağlık sorunu değildir. Ancak, yüksek düzeyler B vitamini eksikliğine veya başka sağlık sorunlarına işaret edebilir. Yüksek homosistein düzeyleri, özellikle damar çeperlerine zarar vererek pıhtı oluşumuna ve damar tıkanıklıklarına yol açabilir; bu da kalp krizi,  inme,  böbrek hastalıkları ve kemik erimesi riskini artırabilir.

Yüksek homosistein  düzeyleri için doktorunuza başvurmanız ve uygun bir tedavi planı oluşturmanız önerilir.

Homosistein Düzeyleri Neden Artar?

  1. B Vitamini Eksikliği: B6, B12 ve folik asit eksikliği
  2. Sigara Kullanımı: Sigara ( B vitaminlerinin düzeyleri düşer)
  3. Genetik Faktörler: Homosistein metabolizmasında rol oynayan genlerdeki mutasyonlar
  4. İlaçlar: Bazı ilaçlar, örneğin metotreksat
  5. Bazı kronik hastalıklar : Diyabet ve böbrek hastalıkları homosistein düzeyinde artışa neden olabilir
  6. Kahve
  7. Alkol
  8. İleri yaş
  9. Vücutta ağır metal  birikimi
  10. Obezite

 Homosistein Testi Ne Zaman Yapılmalıdır?

Homosistein testi, aşağıdaki durumlarda yapılabilir:

  1. Kalp Hastalığı Riski Değerlendirmesi: Yüksek homosistein düzeyi kalp hastalığı riskini artırabilir.
  2. B Vitamini Eksikliklerinin Tespiti: B6, B12 ve folik asit eksikliklerinin belirlenmesi için yapılabilir.
  3. Düzenli Takip Gerektiren Hastalıklar: Böbrek hastalığı ve  kemik erimesi gibi durumlarda düzenli takip gerekebilir.
  4. Hamilelik: Hamilelik sırasında homosistein düzeyi artabilir ve takip edilmesi önerilir.
  5. İleri yaş: Yaş ilerledikçe homosistein düzeyleri artabilir. Bunun nedeni, yaşla birlikte B vitaminlerinin emiliminin azalması ve homosistein metabolizmasındaki enzimlerin aktivitesinin düşmesidir. Ayrıca, yaşla birlikte damar hastalıkları riski de artar. Bu nedenle, ileri yaşta homosistein düzeylerinin düzenli olarak kontrol edilmesi önemlidir.

Homosistein yüksekliğinde genlerin rolü:

MTHFR  folik asit ve homosistein metabolizmasında rol alan bir enzimdir. MTHFR genindeki bazı mutasyonlar bu enzimin aktivitesinde azalmaya ve homosistein yüksekliğine neden olabilir.

Doktorunuz gerekli gördüğü takdirde MTHFR C677T ve  MTHFR A1298C  genetik testleri yapılabilir.

Maymun Çiçeği Virüsü (MONKEYPOX) Hastalığı Nedir?

Maymun çiçeği, Poxviridae ailesindeki M-Çiçeği (MPox) virüsünün neden olduğu bir hastalıktır.

İlk insan olgusu 1970 yılında Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde görülmüş, sonrasında Orta ve Batı Afrika’da tropikal yağmur ormanlarına yakın, primatların da yoğun yaşadığı bölgelerde görülmeye devam etmiştir.

Ancak son zamanlarda hastalık, yalnızca bu bölgeleri değil, tüm dünyayı etkilediği için halk sağlığı açısından önemlidir.

Afrika dışındaki ilk salgın 2003 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde gerçekleşmiş, 2018-2022 yılları arasında Nijerya, İsrail, İngiltere, Singapur ve ABD gibi farklı ülkelere seyahat eden kişilerde hastalık bildirilmiştir.

Mayıs 2022’de ise endemik olmayan birçok ülkede birden fazla vaka bildirilmiş,  bunun üzerine Temmuz 2022’de DSÖ tarafından Halk Sağlığını Tehdit Eden Acil Durum ilanı yapılmıştır. Bu salgına, Soy I’den (Clade 1) daha az öldürücü olan Soy II (Clade 2) adlı maymun çiçeği virüsü türü neden olmuştur. Vaka sayısının Nisan 2023’ten itibaren azalması üzerine Mayıs 2023’de bu durum sonlandırılmıştır. Sonrasında  Afrika’da, özellikle Kongo’da, daha ağır seyirli bir Mpox suşu nedeniyle ciddi bir salgın başlamış ve 2024’te DSÖ yeniden uluslararası halk sağlığı acil durumu ilan etmiştir. Bu yeni ilanın amacı, ülkeleri salgının kontrol altına alınması için gerekli önlemleri almaya teşvik etmektir.

Maymun Çiçeği Virüsü Nasıl Bulaşır?

Maymun çiçeği virüsü, yalnızca maymunları değil, sincap, sıçan ve fare gibi kemirgenleri de etkileyebilir. Virüs, enfekte hayvanların insanları ısırması, tırmalaması, hayvanın eti, kanı, vücut sıvıları ve lezyonları ile temas edilmesi yoluyla insanlara bulaşabilir.

Enfekte kişinin vücut sıvılarına, cilt lezyonlarına doğrudan temas veya bu lezyonlarla kirlenmiş nesnelerle temas da bulaşmaya neden olabilir. Virüs ayrıca, plasenta yoluyla anneden fetüse veya doğum sırasında anneden bebeğe geçebilir.

Ayrıca, solunum yolu sekresyonlarının büyük damlacıkları ile insandan insana bulaşır; ancak bu bulaşmanın gerçekleşmesi için uzun süreli yüz yüze temas gereklidir. Bu nedenle, Maymun Çiçeği virüsünün COVID-19 gibi büyük salgınlara yol açma olasılığının şu an için düşük olduğu düşünülmektedir.

Maymun Çiçeği Virüsü Hastalığı

Maymun Çiçeği Hastalığının Belirtileri Nelerdir?

Genellikle  ateş, baş ağrısı, yorgunluk, yaygın vücut ağrıları, lenf bezlerinde şişlik ve deri döküntüleri gibi belirtilerle kendini gösterir. Bu belirtiler, virüsle temastan yaklaşık 6-13 gün sonra ortaya çıkar. Hastalığın ilk 5 gününde ateş, şiddetli baş ağrısı, lenf bezlerinde şişme, sırt ağrısı ve aşırı halsizlik gibi belirtiler görülür. Lenf bezlerinin şişmesi, bu hastalığı çiçek, suçiçeği ve kızamıktan ayırmada önemli bir faktördür. Ateşin ortaya çıkmasından sonraki 1-3 gün içinde ise deri döküntüleri başlar. Döküntüler genellikle yüzde, kollarda ve bacaklarda görülür; avuç içi, ayak tabanları, ağız, genital bölgeler ve gözlerde de lezyonlar olabilir. Lezyonlar, 2-4 hafta içinde kabuk bağlar ve kabukların düşmesiyle iyileşir. Bağışıklık sistemi baskılanmış kişilerde hastalık daha ağır seyredebilir ve bakteriyel enfeksiyonlar, pnömoni, sepsis, ensefalit ve görme kaybı gibi istenmeyen yan etkiler gelişebilir.

Maymun Çiçeği Hastalığının Tanısı Nasıl Konur?

Tanıda kişinin riskli coğrafi bölgeye seyahat hikayesi önemlidir.

Hastalığın tanısı, şüphelenilen durumlarda lezyonlardan usulünce alınan örneklerin PCR yöntemi ile analiz edilmesiyle konur. Ancak bu test, rutin tıbbi tahlil laboratuvarlarında yapılamamakta ve virüs kanda kısa süre bulunduğu için kan örneklerinde PCR yöntemi ile saptanması genellikle mümkün olmamaktadır. Ayrıca antijen ve antikor testleri de her zaman doğru sonuç vermemektedir.

Maymun Çiçeği Hastalığının Tedavisi veya Aşısı Var mı?

Şu anda Maymun Çiçeği virüsü enfeksiyonu için kanıtlanmış, güvenli bir tedavi yöntemi bulunmamaktadır. ABD’deki vakaların tedavisinde insan çiçek hastalığı aşısı, antiviral ilaçlar ve/veya intravenöz immünglobulin uygulamaları kullanılmaktadır.

 Çiçek hastalığı ve Suçiçeği ile benzerliği var mıdır?

Çiçek’li hastalıklar virüslerin neden olduğu birbirine benzer hastalıklardır. Çiçek ve suçiçeğinde görülen cilt lezyonlarına benzer lezyonlar Mpox’da da görülmektedir. Ancak lezyonların vücuttaki yerleşimleri , görüntüleri, seyirleri farklıdır. Ayrıca çiçek hastalığı yaygın aşılama sayesinde yeryüzünden silinmiştir. Mpox’da lenf düğümlerinde şişme de olabilir. Yakın zamanda (son bir ay içinde) MPox hastalığının görüldüğü Afrika, Orta Doğu, Avrupa ülkeleri ve ABD gibi ülkelere gitmiş olan kişilerde veya hastalığın daha fazla görüldüğü, örneğin her cinsten seks işçileri gibi, gruplarla yakın teması olan kişilerde veya hasta birinin temas ettiklerinde hastalık belirtilerinin görülmesi Mpox’u düşündürmelidir.

Çiçek aşısı Mpox’dan korur mu?

Çiçek aşısının, Mpox’a karşı yaklaşık %85 oranında koruma sağladığı bildirilmektedir. Ancak çiçek aşısı 1980’den beri uygulanmadığı için günümüzde aşılı kişiler genellikle 40-50 yaş ve üzerindedir. Bu süre zarfında koruma düzeyinin ne kadar sürdüğü belirsizdir. 2022 Mpox salgınında aşılı kişilerde de hastalığa yakalanan olgular görülmüş, ancak aşısız kişilere kıyasla daha az olgu bildirilmiştir. Aşılı kişilerin ev içi bulaşmalarda ve kronik sağlık sorunu olanlarda daha az risk taşıdığı gözlemlenmiştir.

Türkiye’de olgu saptandı mı?

2022 Mpox salgını sırasında Türkiye’de de olgular saptanmıştır. ABD Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezleri (CDC) verilerine göre, Türkiye’de 12 olgu bildirilmiştir. Kongo’da ortaya çıkan, komşu ülkelere yayılan ve 15 Ağustos tarihinde acil durum ilanı yapılan Mpox salgınıyla bağlantılı olarak Türkiye’de Ağustos 2024 tarihine kadar tanımlanmış bir olgu bulunmamaktadır.

Maymun Çiçeği Hastalığı

Mpox’tan nasıl korunulabilir?

Mpox’tan korunmak için şu önlemler alınabilir:

  1. Hasta kişilerin tanımlanması ve izolasyonu.
  2. Temaslıların belirlenmesi.
  3. Sağlık çalışanları ve ev halkının kişisel koruyucu malzemeler kullanması (eldiven, maske vb.).
  4. Riskli grupların tanımlanıp insan çiçek aşısı ile aşılanması.
  5. Riskli temasları olan kişilerin de insan çiçek aşısı ile aşılanması.
  6. Diğer temaslıların izlenmesi.
  7. Gerekli ilaç ve aşıların temin edilmesi.
  8. Toplumun doğru bilgilendirilmesi.

Hastalığın kontrol altına alınmasında ve toplumda yayılmasında bu önlemler etkili olacaktır.

REFERANSLAR

Çölyak Hastalığı Nedir?

Çölyak hastalığı, besinlerdeki buğday, arpa ve çavdarda bulunan gluten adı verilen bir proteine karşı ince bağırsağın hassasiyeti ile ortaya çıkar. Bu durum, besinlerin emilimini engeller ve çeşitli sağlık sorunlarına yol açabilir. Çölyak hastalığı, genetik yatkınlığı olan bireylerde ortaya çıkan ve yaşam boyu süren bir hastalıktır.

Çölyak Hastalığının Çeşitleri Nelerdir?

Çölyak hastalığı, farklı belirtiler ve tanı yöntemleri ile birkaç çeşide ayrılır:

Klasik Çölyak Hastalığı:

Sindirim sistemi semptomları ile karakterizedir. Daha çok çocuk popülasyonunda görülür.

Klasik Olmayan Çölyak (atipik) Hastalığı:

Sindirim sistemi dışı belirtiler gözlenir.

Klinik Öncesi Çölyak Hastalığı:

Klinik tanımlama eşiğinin altında bulguları olan hastaları kapsar. Sessiz Çölyak hastalığı olarak da adlandırılır.

 Potansiyel Çölyak Hastalığı:

Klasik ve klasik olmayan bulgular görülebilir veya tamamen semptomsuz olabilir.

Refrakter Çölyak Hastalığı:

Gluten içermeyen diyete rağmen semptomlar devam eder.

Çölyak Hastalığının Nedenleri Nelerdir?

Çölyak hastalığı, genetik ve çevresel faktörlerin bir kombinasyonundan kaynaklanır. Hastalığın gelişmesinde rol oynayan başlıca nedenler:

Genetik Yatkınlık:

HLA-DQ2 ve HLA-DQ8 genleri ile ilişkilidir.

Çevresel Faktörler:

Enfeksiyonlar, erken yaşta gluten tüketimi, bağırsak mikrobiyotasındaki değişiklikler.

Çölyak Hastalığının Belirtileri Nelerdir?

Çölyak hastalığının belirtileri kişiden kişiye değişebilir, ancak yaygın belirtiler şunlardır:

  • Karın ağrısı ve şişkinlik
  • Kronik ishal veya kabızlık
  • Kilo kaybı
  • Yorgunluk ve halsizlik
  • Demir eksikliği anemisi
  • Deri döküntüleri (Dermatitis herpetiformis)
  • Eklem ağrıları ve kemik erimesi (osteoporoz)

Çölyak Hastalığının Tanı Yöntemleri

Çölyak hastalığı tanısı, bir dizi test ve inceleme ile konur:

Kan Testleri:

Anti-tTG, EMA ve DGP antikor testleri.

Endoskopi ve Biyopsi:

İnce bağırsak biyopsisi, bağırsak hasarını doğrulamak için yapılır.

Genetik Testler:

HLA-DQ2 ve HLA-DQ8 genlerinin varlığı kontrol edilir.

 

Çölyak Testi Nedir? Çölyak Testi Nasıl Yapılır?

Çölyak testi, kandaki belirli antikorları tespit ederek çölyak hastalığını teşhis etmeye yardımcı olur. Yaygın çölyak testleri:

Anti-tTG (Anti-doku transglutaminaz)

EMA (Anti-endomisyum antikoru)

DGP (Deamidated gliadin peptide)

Test, genellikle kan örneği alınarak yapılır. Pozitif sonuç durumunda, endoskopi ve biyopsi ile kesin tanı konur.

Çölyak Hastalarının Beslenmesinde Dikkat Etmesi Gerekenler

Çölyak hastalarının sağlıklı bir yaşam sürdürebilmeleri için glutensiz bir diyet benimsemeleri şarttır. Dikkat edilmesi gereken noktalar:

  • Etiket okuma alışkanlığı kazanmak.
  • Gluten bulaşmasını önlemek için mutfak eşyalarını ayrı tutmak.
  • Doğal olarak glutensiz besinler tercih etmek (meyve, sebze, et, balık).

Çölyak Hastaları Neler Yiyebilir?

Çölyak hastalarının güvenle tüketebileceği besinler:

  • Taze meyve ve sebzeler
  • Et, balık ve deniz ürünleri
  • Yumurta
  • Süt ve süt ürünleri (glutensiz olarak işlenmiş)
  • Patates, pirinç, mısır ve kinoa gibi glutensiz tahıllar

Çölyak Hastaları Neler Yiyemez?

Çölyak hastalarının kaçınması gereken besinler:

  • Buğday, arpa ve çavdar içeren ürünler
  • Ekmek, makarna, kek, bisküvi gibi geleneksel unlu mamuller
  • Bira ve bazı işlenmiş gıdalar (hazır çorbalar, soslar)

 

Biruni Sağlıklı Yaşam Laboratuvarı Danışmanı ve Klinik Biyokimya Uzmanı Dr. Süreyya Şahinoğlu, Non-Çölyak Gluten Duyarlılığı’nın neden olduğu bulguları ve tanı testlerini anlatıyor.

Kandida Mantarı (Candida Albicans) Nedir?

Kandida, insan vücudunda doğal olarak bulunan bir tür maya mantarıdır. Vücutta birçok bölgede ama özellikle bağırsak, ağız ve ciltte bulunur. Normal şartlarda belirli sayılarda bulunduğunda  zararsız olan bu mantar, vücudun bağışıklık sistemi zayıfladığında artıp enfeksiyonlara neden olabilir. Kandida enfeksiyonları, ağızda “pamukçuk”, genital bölgede “vajinal mantar enfeksiyonu” ve daha ciddi durumlarda  “sistemik kandidiyazise” neden olabilir.

Kandida Belirtileri Nelerdir?

Candida enfeksiyonlarının belirtileri enfeksiyonun bulunduğu yere göre değişir:

  1. Oral Kandidiyazis (Pamukçuk):

    • Ağız içinde beyaz, kremsi lezyonlar
    • Ağrı ve hassasiyet
    • Tat kaybı
    • Ağız köşelerinde çatlaklar
  2. Vajinal Kandidiyaz:

    • Yoğun kaşıntı ve yanma
    • Yoğun, beyaz, peynirimsi akıntı
    • Cinsel ilişki sırasında ağrı
    • Vajinal bölgedeki deride kızarıklık ve şişlik
  3. Cilt Kandidiyazı:

    • Kızarıklık ve kaşıntı
    • Deride döküntüler
    • Deri kıvrımlarında nemli, beyazımsı plaklar
  4. Sistemik Kandidiyaz:

    • Ateş ve titreme
    • Kas ve eklem ağrıları
    • Yoğun yorgunluk
    • Ciddi vakalarda organ yetmezliği

Kandida Türleri Nelerdir?

Kandida ailesinde birçok farklı tür bulunur, ancak en yaygın olanları şunlardır:

  1. Candida albicans:

    En sık rastlanan türdür ve genellikle pamukçuk ve vajinal enfeksiyonlara neden olur.

  2. Candida glabrata:

    Özellikle bağışıklık sistemi zayıf olan bireylerde daha sık görülür.

  3. Candida tropicalis:

    Diyabetik hastalarda ve bağışıklık sistemi zayıf olanlarda yaygındır.

  4. Candida parapsilosis:

    Yenidoğanlarda ve hastane kaynaklı enfeksiyonlarda görülür.

  5. Candida krusei:

    Bazı antifungal ilaçlara dirençli olması nedeniyle tedavisi zordur.

Kandida Neden Olur?

Kandida enfeksiyonlarının birçok nedeni olabilir:

  1. Antibiyotik Kullanımı:

    Antibiyotikler, vücuttaki yararlı bakterileri öldürerek Kandida’nın aşırı büyümesine neden olabilir.

  2. Bağışıklık Sistemi Zayıflığı:

    HIV/AIDS, kanser tedavileri veya organ nakli gibi durumlar bağışıklık sistemini zayıflatır.

  3. Hormonal Değişiklikler:

    Hamilelik, doğum kontrol hapları veya hormon replasman tedavisi gibi hormonal değişiklikler Kandida enfeksiyonlarını tetikleyebilir.

  4. Diyabet:

    Yüksek kan şekeri seviyeleri Kandida’nın büyümesi için uygun bir ortam sağlar.

  5. Kötü Hijyen ve Nemli Ortamlar:

    Özellikle deri kıvrımlarında nemli ve hijyenik olmayan koşullar Kandida enfeksiyonlarına zemin hazırlar.

Kandida Nasıl Teşhis Edilir?

Maya ve küfler yapışkan özelliklerinden dolayı tek seferlik dışkı örneklemesinde dışkının analiz edilen bölümünde bulunmayabilir ve bu durumda dışkı örnek analizinde saptanamaz En az art arda 3 örnekleme ile analiz tekrar edilmelidir. Bu nedenle mikrobiyom incelemesinde tek örnekleme ile mantar saptanmaması candida kolonizasyonunu ekarte ettirmez. Kişinin klinik bulguları devam ediyor ise idrar “D arabinitol testi” ile Kandida metabolitleri idrarda tespit edilebilir. Kandida suşlarının idrar ile atılan en patojen metaboliti D-arabinitoldür. İnvaziv Kandida enfeksiyonlarının tanısı için “D-arabinitol” iyi bir gösterge olabilir.

Kandida Nasıl Önlenir?

Kandida enfeksiyonlarını önlemek için aşağıdaki adımlar atılabilir:

  1. Dengeli Beslenme:

    Şeker ve rafine karbonhidrat alımını azaltarak sağlıklı bir diyet izlemek, Kandida artışını kontrol altında tutmaya yardımcı olabilir.

  2. Bağışıklık Sistemini Güçlendirme:

    Düzenli egzersiz, yeterli uyku ve stres yönetimi, bağışıklık sistemini güçlü tutar.

  3. Hijyen:

    Özellikle genital bölge ve deri kıvrımlarının temiz ve kuru tutulması önemlidir.

  4. Antibiyotik Kullanımı:

    Antibiyotiklerin gereksiz ve aşırı kullanımından kaçınılmalıdır.

  5. Giysi Seçimi:

    Pamuklu ve hava alan giysiler giymek, nemli ortamların oluşmasını engeller.

Kandida Hakkında Sık Sorulan Sorular

  1. Kandida enfeksiyonu bulaşıcı mıdır?

    • Kandida genellikle bulaşıcı değildir, ancak vajinal kandidiyazis cinsel yolla bulaşabilir.
  2. Kandida diyeti nedir?

    • Kandida diyeti, şeker, gluten , süt ürünleri ve maya içeren yiyeceklerin kısıtlandığı bir diyet türüdür. Amaç, kandida’nın büyümesini kontrol altında tutmaktır.
  3. Kandida enfeksiyonları tekrarlayabilir mi?

    • Evet, özellikle altta yatan bir sağlık sorunu varsa veya yaşam tarzı değişiklikleri yapılmazsa enfeksiyonlar tekrarlayabilir.

Candida enfeksiyonları, doğru önlemler alındığında ve gerekli tedaviler uygulandığında genellikle kontrol altına alınabilir. Ancak, altta yatan sağlık sorunları veya yaşam tarzı faktörleri göz önünde bulundurulmalı ve uzun vadeli bir yaklaşım benimsenmelidir.

 

Alerjik Hastalıkların Artışı ve Mikrobiyota

Alerjik hastalıkların görülme sıklığında son yıllarda büyük bir artış yaşanmaktadır. Bu artışın altında yatan en önemli nedenler arasında genetik yatkınlık, çevresel maruziyetler, gıda katkı ve boya maddeleri, kimyasallar gibi vücuda yabancı maddelerin günlük hayatımıza daha fazla dahil olması ve koruyucu mikrobiyal floramızın zayıflaması bulunmaktadır. Özellikle batı toplumlarında alerjik hastalıkların artış gösterdiği bildirilmektedir. Bu durum, şehirleşme ve modern yaşam tarzıyla birlikte küçük yaştaki çocukların mikroorganizmalarla daha az karşılaşmasını ifade eden “hijyen teorisi” ile açıklanmaktadır.

Probiyotiklerin Mikrobiyota Üzerindeki Önemi

Probiyotikler, bağırsakta bulunan koruyucu mikrobiyota bariyerini güçlendirir. Bu sayede, bağırsak geçirgenliğini azaltarak alerjik protein yapılarının dolaşıma geçişini engellerler. Ayrıca, probiyotikler, bağırsak yüzeyini yabancı maddelere, toksinlere ve mikroplara karşı koruyan salgısal IgA antikor üretimini artırarak mukoza bağışıklığını da güçlendirirler.

Mikrobiyota ve Alerji İlişkisi

Alerji gelişen çocukların dışkı florası incelendiğinde, mikrobiyota biyoçeşitliliğinin ve yararlı bakterilerin azaldığı görülmüştür. Clostridia sınıfı bakterilerin gıda alerjilerine karşı koruyucu etkileri olduğu düşünülmektedir. Alerjik bünyeye sahip çocuklara dost bakterilerden olan Lactobacillus rhamnosus GG (LGG) ve Bifidobacterium Lactis (Bb-12) içeren besinler verildiğinde, alerji semptomlarının daha kolay kontrol altına alınabileceği belirtilmektedir. Gebelerde ve yeni doğanlara LGG verildiğinde, ileriki dönemlerde alerjik cilt hastalığı gelişme oranında %50 azalma saptanmıştır.

Bazı mikrobiyal bakterilerin veya metabolitlerinin, alerjileri önlemek veya tersine çevirmek amacıyla biyolojik tedavi aracı olarak kullanımı üzerine çok sayıda çalışma devam etmektedir. Bu araştırmalar, mikrobiyotanın alerjik hastalıkların önlenmesi ve tedavisindeki potansiyel rolünü ortaya koymayı hedeflemektedir.

Kaynak:

Mariona Pascal ve diğerleri. “Microbiome and Allergic Diseases.” Frontiers in Immunology, 2018. doi: 10.3389/fimmu.2018.01584.