Dünya Engelliler Günü – 2017

Dünya Engelliler Günü: Herhangi bir Aralık’ta değil her zaman yanınızdayız!

Dünya AIDS Günü – 2017

AIDS Nasıl Bulaşır?

– HIV virüsu, kan yoluyla, HIV Pozitif kişinin kan, kan ürünleri, doku veya organlarının nakliyle,

– HIV/AIDS olan kişiyle yaşanan Cinsel ilişki ile,

– Hamileliğinde HIV / AIDS taşıdığının farkında olmayan anneden, çocuğuna bulaşır. En fazla bulaşma yolu da anne sütüdür.

 

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü Saygı Ve Özlemle Anıyoruz

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü saygı ve özlemle anıyoruz.

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı – 2017

Biruni Laboratuvarı 0850 241 77 88

KARACİĞER YAĞLANMASI

Karaciğer yağlanması (steatosis), karaciğer hücrelerinde aşırı yağ birikimi sonucunda oluşur ve karaciğerin kendini koruma amaçlı oluşturduğu yağ bezleridir. Karaciğer hücrelerinde normalden fazla yağ toplanması nedeniyle meydana gelen tıbbi bir durum olan karaciğer yağlanması, toplumdaki her 4-5 kişiden birinde görülmektedir. Kadın ve erkekte ise aynı sıklıkta görülür.

Gıda alışkanlıklarınızın değişimi ile gelen sağlıksız beslenme, egzersizden yoksun hareketsiz yaşam, sosyal hayatla ile birlikte artan alkol kullanımı, şok diyetler ve genetik yatkınlık gibi faktörler ile günlük yaşamdaki bazı yanlış alışkanlıklarımız karaciğer yağlanmasına zemin hazırlayabilir. Tüm bunların yanı sıra Hepatit C, Wilson hastalığı, çok uzun süre aç kalma, damardan beslenme, yanlış ilaç kullanımı ve Reye Sendromu gibi rahatsızlıklarınızda da benzer durumla karşılaşabilirsiniz.

Günlük hayatımızdaki hatalı alışkanlıklarımızdan kaynaklı karaciğer yağlanmasının yanı sıra karaciğerinizin sağlıksızlaşmaya başladığını ciltte kaşıntı, gözde ve idrar renginde sarılık, karın şişmesi, ciltte kırmızı lekeler, ellerde ve ayak tabanlarında sıcaklık artışı, kızarıklık, ciltte kırmızı renkli ve örümcek ağını andıran oluşumlar; ilk etapta baş gösteren belirtiler arasında görülebilir. Şeker metabolizmasında bozulma, insülin direnci gibi diğer etmenler ise karaciğerin işlevini tam olarak yerine getiremediğini gösteriyor olabilir. Bazı durumlarda geçmeyen halsizlik, yorgunluk, bulantı, kusma, iştah kaybı, konsantrasyon bozukluğu karnın üst sağ kısmında gibi etkiler görülebilir.

Karaciğer yağlanması ise sıkça karşımıza çıkan diğer karaciğer hastalıklarının aksine genel olarak belirti vermez; ancak karaciğerin bulunduğu (sağ kaburgaların hemen altındaki bölge) bölgede bir rahatsızlık hissi oluşabilir. Karaciğerde yağ birikimi arttıkça ve organ genişledikçe çevresindeki diğer organlar ve dokulara baskı yaptığından ağrılara neden olabilir.

Karaciğerde aşırı yağ birikmesinin sonucunda;

  1. Karaciğerde yağlanmanın bir sonucu olarak tıp dilinde steatoheapatit adı verilen karaciğerde iltihap meydana gelir.
  2. Karaciğer yağlanması, basit yağlanma durumundan “steatohepatit” sürecine geçmişse zamanla karaciğer hücrelerinin tahrip olmasına (nekroz) yol açar ve fibroz denilen, aynı zamanda karaciğer sirozunun başlangıcı sayılan duruma zemin hazırlar.

Karaciğer yağlanması nasıl teşhis edilir?

  • Ultrasonografi

    Ultrasonografi ile hastalığın ciddiyet seviyesine ve karaciğerdeki yağın miktarı tespit edilebilir.

  • Karaciğer biyopsisi

    Lokal anestezi altında ince bir iğne ile karaciğerden çok küçük bir parçanın alınıp patoloji uzmanı tarafından mikroskopik olarak incelenmesi yöntemi, kesin bir tanı edinmenizi sağlar ve yağlı karaciğer bulundurma konusunda yüksek risk taşıyan grupta kullanılır.

  • Laboratuvar testleri

    Kanda bakılan karaciğer fonksiyon testlerinde yükselme araştırılır; Kan yağları ve insülin direnci tayini yapılır. Genelde, bu karaciğer problemini yaşayan hastaların testlerinde alınan sonuçlar normal kişilerin sonuçlarından 2-3 kat daha yüksektir. Bu probleme sahip kişilerin glukoz, kolesterol ve trigliserit seviyeleri genel olarak yüksek çıkmaktadır.

Karaciğer yağlanması nasıl tedavi edilir?

Tedavide en önemli adım, öncelikle tatlı, şekerli ve nişastalı gıdaların tüketiminin azaltılması ve günde en az 30 dakika olacak şekilde tempolu yürüyüş veya hafif koşu tarzı egzersiz programının başlatılması şeklinde yaşam tarzının değiştirilmesidir.

Karaciğer yağlanması çoğunlukla daha ciddi bir hastalığa neden olmadan kontrol altına alınabilmektedir. Ancak çağımızda obezite çok yaygın olduğundan karaciğer yağlanması sorunu her geçen yıl artmaktadır.

Karaciğer yağlanmasını önlemek için ne yapabiliriz?

  • Alkolden uzak durun!

    Karaciğere en çok zarar veren ve karaciğer yağlanmasına yol açan temel etkenlerden biri alkol. Düzenli, uzun süreli (10 yıldan fazla) ve karışık alkol türlerini kullananlarda karaciğer yağlanması ciddi boyutlara ulaşabiliyor. Üstelik bu kişilerde kilo fazlalığının da olması karaciğer için risk derecesini arttırabiliyor. Alkol sonucu vücutta biriken toksinler, karaciğer hücrelerine zarar vererek siroz oluşmasını kolaylaştırıyor; siroz ve karaciğer yetmezliği gibi ölümcül sonuçlar doğurabilecek hastalıklara neden olabiliyor. Alkolden mutlaka kaçınmalısınız.

  • Düzenli egzersiz yapın!

    Karaciğer yağlanması ve bağlantılı diğer hastalıklar genel olarak obeziteyle ilgili durumlardan kaynaklanmaktadır. İşte bu nedenle karaciğer problemlerinizin önüne geçmek istiyorsanız; önce kilonuzu kontrol altına almalısınız. Fiziksel aktivite ve günlük egzersiz hareketlerini hayatınızın birer parçası haline getirin.

  • Bol su tüketin!

    İnsan vücudunun su içeriği yaşa ve cinsiyete göre %42 ile %71 arasında değişir. Çocukların vücudunun su oranı yüksekken, yaş ilerledikçe suyun yerini yağ almaya başlar. Yetişkin insan vücudunun ortalama %59’unu su oluşturmakta. Bir yetişkin günde ortalama 10 bardak su kaybetmekte olduğundan kaybedilen suyun yerine konması gerekir. Günlük tüketilen 8-12 bardak su, sıvı ihtiyacımızı karşılıyor. Sağlığınız ve vücut temizliğiniz için bol bol su tüketin!

  • Karbonhidratı azaltın!

    Sağlık açısından en çok problem yaratan karbonhidratlar, basit şekerlerden ve beyaz undan zengin olanlardır. Bakkal şekeri (sükroz), meyve şekeri (fruktoz), mısır ya da üzüm şekeri (glukoz) ile süt şekeri (laktoz) basit karbonhidratların en tehlikelileridir. Kilo kontrolünüz ve genel sağlığınız için aşırı karbonhidrat içeren sağlıksız besinlerden uzak durun!

  • Günde 1 fincan şekeriz Türk kahvesi için!

    Kafein ağırlıklı besinler, karaciğer yağlanmasına iyi gelmekte ve iltihabı azaltmaya yardımcı olmaktadır. Düzenli kahve tüketenlerde siroz gibi karaciğer rahatsızlıklarının daha az görüldüğü kanıtlanmış bir durumdur; ancak Türkiye’ye özel lezzetlerden birisi olan Türk kahvesinin vücudunuza fayda sağlaması için günde 3 fincanı geçmemeniz gerekiyor.

Yukarıda sözünü ettiğimiz maddeler karaciğer hücreleri içinde yağ damlacıklarının birikmesiyle ortaya çıkan karaciğer yağlanmasını ciddi ölçüde azaltmanıza yardımcı olacak ve daha sağlıklı hissetmenizi sağlayacaktır. Ciddi bir hastalığınız olmasa bile yağlanmadan uzak durmak için kendinize iyi bakmalı, sağlıklı beslenmeli ve yaşamınıza özen göstermelisiniz.

Daha kaliteli, daha mutlu ve daha uzun bir yaşam için sağlığınıza özen gösterin!

 

Diğer Popüler Bültenlerimizi Okumak İçin Tıklayabilirsiniz 

Biruni Mobil Sağlık Hizmetimizden Faydalanmak İçin Tıklayabilirsiniz. 

Kurban Bayramımız Kutlu Olsun – 5 Eylül 2017

Kurban Bayramımız Kutlu Olsun! Biruni Laboratuvarı 0850 241 77 88

Periyodik Ateşli Hastalıklar

Periyodik Ateşli Hastalıklar

Ateşli Hastalıklar Temel Panel, yeni nesil dizileme sisteminde MEFV, MVK, TNFRSF1A ve NLRP3 genlerinin tüm kodlayan ekzonik bölgelerinin taranmasını içerir.

Ateşli Hastalıklar Genişletilmiş Panel’de ise ek olarak LPIN2, IL1RN, NLRP12, NOD2 ve PSTPIP1 genleri yer almaktadır. Genişletilmiş Panel ile, klinik olarak periyodik ateş bulgusu bulunan ancak temel panel ile saptanamayan mutasyonların tespiti hedeflenir.

Periyodik Ateş Sendromları (PAS), tekrarlayan ateş atakları ve serozal enflamasyon ile karakterize otoinflamatuar hastalıklar grubudur. Bu gruptaki hastalıklardan bazıları arasında; Ailesel Akdeniz Ateşi (FMF), Tümör Nekroz Faktör Reseptörü İle İlişkili Periyodik Sendrom (tRAPs), Hiper-IgD Sendromu (HıDs), Mevalonik Asidüri (MVA), Kriyopirin İlişkili Periyodik Sendrom (CAPs), Ailesel Soğuk Otoenflamatuar Sendrom (FCAs), Kronik İnfantil Nörolojik Kutanöz Artiküler Sendrom (CıNCA) ve Muckle-Wells Sendromu (MWs) yer alır. Tedavi edilmeyen PAS; malabsorbsiyon, böbrek yetmezliği, infertilite ve büyüme geriliği gibi ciddi komplikasyonlara neden olabilir. Bu nedenle doğru tanı konması kritik öneme sahiptir. Her PAS’nin kendine özgü bulguları da olmasına rağmen; genel olarak hastaların karın, göğüs, deri ve kas-iskelet sistemlerinde enflamatuar semptomlar gözlenir. Atak süresi ve sıklığı, döküntü tipi, santral sinir sistemi tutulumu (örneğin CAPs’de sıklıkla görülür) ve plevral efüzyon (FMFve tRAPs’de sık görülmesine rağmen HıDs veya CAPs’de nadiren rastlanılır) gibi bazı klinik bulgular ayırt etmeye yardımcı olabilir. Bununla birlikte, belirtilerin yoğunluğu ve yerleşimi hastalar arasında değişkenlik gösterdiği için klinikte kesin tanının konması genellikle zordur. Ayrıca, PAS’nin özgün olmayan bazı belirtileri; enfeksiyonlar, akut apandisit, kolesistit ve artrit gibi birçok yaygın hastalığı da taklit edebilir. Bunun sonucunda ise, doğru tanının konması uzun yıllar gecikebilir veya hasta yanlış tanıya hatta gereksiz operasyonlara maruz kalabilir. PAS’nin moleküler genetik analizi sayesinde, erken ve doğru tanı konularak gereken tedavi uygulanabilir ve böylelikle hastaların yaşam kaliteleri arttırılabilir. Çoğunluğu monogenik kalıtsal hastalıklar olan PAS’den sorumlu olduğu bilinen genlerde 900’den fazla varyant rapor edilmiştir. Bunların %93’nün tek nükleotid varyantı olması nedeniyle, yüksek kaliteli Yeni Nesil Dizileme (NGs) analizleri bu hastalık grubu için ideal bir tanı aracıdır. PAS’nin NGS yöntemleri kullanılarak yapılan moleküler genetik analizi, klinik tanıyı desteklemek için uygun ve güvenilir bir yol olarak kabul edilmektedir.

TESTE AİT BİLGİLER

Ateşli Hastalıklar Paneli ile yeni nesil dizileme sisteminde, temel paneldeki 4 gene ait ve genişletilmiş paneldeki 9 gene ait tüm kodlayan ekzonik bölgeler taranarak ortaya çıkan varyasyonların analizi yapılır. Bireyden alınan kan örneği EDTA’lı (mor kapak) tüplerde laboratuvarımıza ulaştırıldıktan sonra genomik DNA izolasyonu yapılır. Ardından PCR teknolojisi ile hedef bölgeler çoğaltılarak numune yeni nesil dizileme sistemine (NGS) hazır hale getirilir. Dizilenen bölge yoğun bir biyoinformatik analiz sürecinden geçirilerek mutasyonlar ortaya çıkarılır ve rapor oluşturulur. Ortalama hizmet süresi 4-6 haftadır.

HASTALIKLAR İLE İLGİLİ GENEL BİLGİLER

FMF;otozomal resesif kalıtım gösterir ve periton, sinovyum veya plevrada tekrarlayan ateş ve inflamasyona eşlik eden ağrılar ile karakterizedir. Ayrıca FMFhastalarında amiloidoz gelişimi de görülür (French FMF Consortium, 1997). Hastalarda ilkFMF epizodunun yaklaşık %90’lık bir oranla çocukluk veya ergenlik döneminde gözlendiği bilinmekle birlikte, yetişkin bireylerde de (20 yaş ve üzeri) ilk epizodun gerçekleştiği görülmüştür (Tamir N, et al. 1999; Sayarlioglu M, et al. 2005). Türk toplumunda FMF taşıyıcılığı %20 olarak belirlenmiştir (Chae JJ, et al. 2003). Bu durum, ülkemizde FMFtaramalarının ciddi bir öneme sahip olduğunu kanıtlamaktadır. Yapılan çalışmalarda,FMFtanısı konulan hastaların %70-80’lik bölümünde MEFV genine ait mutasyonlar saptanmıştır (Aksentijevich et al. 1999). HıDsve MVA; MVKgenindeki homozigot veya birleşik heterozigot mutasyonlar ile tanımlanan bozukluklardır. Mevalonat kinaz eksikliği biyokimyasal bulguları ile HıDs veya MVAşüphesi bulunan vakaların yaklaşık %95’inde MVKgeninde mutasyonlar tespit edilmiştir (Mandey et al. 2006; Bader-Meunier et al. 2010).Her iki hastalıkta da ateş, eklem ağrısı, deri lezyonları, ağız ülseri ve ishal ile karakterize olup vakaların büyük bir kısmında IgD seviyeleri yüksektir (Drenth JP, van der Meer JW 2001). tRAPs; tNFRsF1Agenindeki mutasyonlar ile bağlantılı, otozomal resesif geçişli bir hastalıktır. tRAPsvakalarının %40-50’sinin ailesel olarak, %5’inin ise sporadik olarak tNFRsF1Agenindeki mutasyonlar ile ilişkili olduğu ortaya çıkarılmıştır (Aksetijevich et al. 2001; Dode et al. 2002). Bireylerde yüksek ateş, döküntü, karın ağrısı, eklem-kas ağrıları karakterizedir (Rezaei N, 2006) ve en önemli farklı yanı da orbita çevresinde ödem, kızarıklık ve konjunktivitin eşlik etmesidir. FCAs1, CıNCAve MWs, CAPs’ın alt grupları olarak bilinmektedir. Bu grup hastalıklar, erken bebeklik dönemlerinde başlar ve ortak olarak döküntü, ateş ve ağrı görülür. Hastalığın şiddeti, alt grubuna ve hastaya göre değişkenlik gösterebilir (National Library of Medicine MeSH:D056587, 2017). lRP3genindeki mutasyonlar ise FCAstanısı konulan hastaların yaklaşık %85’inde ve CıNCAtanısı konulan hastaların yaklaşık %60’ında tespit edilmiştir (Aksentijevich et al. 2007; Aksentijevich et al. 2002). Ayrıca MWs sendromunun da genetik olarak NlRP3geni ile ilişkili olduğu gösterilmiştir (Hoffman et al. 2001). lPıN2geni Majeed sendromu, ıl1RNgeni İnterlökin-1 Reseptör Antagonist Bozukluğu (DıRA), NlRP12geni Ailesel Soğuk Otoenflamatuvar Sendrom 2 (FCAs2), NOD2geni Blau sendromu ve PstPıP1geni Piyojenik Artrit, Piyoderma Gangrenozum ve Akne Sendromu (PAPA) ile ilişkilendirilmiştir (De Jesus AA, Goldbach-Mansky R 2013; Jeru et al. 2008).

 

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı – 2017

Biruni Laboratuvarı olarak 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’mızı kutlarız.

Biruni Laboratuvarı 0850 241 77 88

MİKROBİYOTA

İnsan vücudu, çoğunluğunu bakterilerin oluşturduğu mantar, virüs ve diğer tek hücrelileri içeren çeşitli mikroorganizmaları barındırır. Bu mikroorganizmaların tümününe Mikrobiyota diyoruz. Bakteriler ve diğer mikroorganizmalar genellikle hastalık yapıcı etkileriyle bilinmektedir. Ancak, hastalık yapıcı etkisi olmayıp, bizler için yararlı olan bakteriler de vardır. Bizler bu yararlı bakterilerle uyumlu, dengeli bir yaşam sürdürebiliriz. Yeter ki yararlı bakteriler kaybolup yerlerini zararlı, hastalık yapıcı bakterilere terk etmesinler. Mikrobiyota Testi ile sağlıklı mikrobiyotanızı öğrenebilirsiniz.

Vücudumuzu paylaştığımız mikroorganizmaların oluşturduğu topluluğun tümüne Mikrobiyota, bu topluluğun toplam gen yapısı ve etkileştiği çevrenin hepsine birden de Mikrobiyom adı verilir. Birlikte yaşadığımız Mikrobiyota, insan hücrelerinden on kat fazla sayıda mikroorganizma ve insan genomundan yüz elli kat fazla sayıda gen içerir.

İnsan mikrobiyotası deri, üreme organları, solunum ve en çok da bağırsak sisteminde yerleşmiştir. Bağırsaklarımız geniş yüzey alanı ve mikroorganizmalar için zengin besin maddeleri içermesi sebebiyle vücudumuzdaki en yoğun ve en çeşitli mikroorganizma topluluğunu barındırmaktadır. Sağlıklı bireylerde çok sayı ve çeşitte mikroorganizma içeren mikrobiyota, doğumdan hemen sonra doğal yollardan yerleşerek oluşmaya başlar. Beslenme, genetik yapı, yaş ve yaşanılan coğrafik bölgeye göre değişiklik gösterir.

Bağırsak mikrobiyotası fizyolojik, metabolik ve bağışıklık sistemimiz üzerinde oldukça karmaşık ve aktif görevler üstlenmektedir. Bağırsak bakterileri tarafından gerçekleştirilen birçok kimyasal reaksiyon önemli rol oynar. Bu sayede insanın kendi başına sindiremediği bileşikler bakteriler tarafından sindirilir.

Bu durum bizlerin daha geniş yelpazedeki gıdalardan faydalanmamıza olanak sağlamaktadır. Bağırsak mikrobiyotası bağışıklık sisteminin oluşması, gelişmesi için de önemlidir. Gelişen bağışıklık sistemi yararlı ve zararlı bakterileri birbirinden ayırt etmeyi öğrenir. Yararlı bakterilere tolerans gösterirken hastalık oluşturanlara karşı savunma yanıtı verir. Bağırsak bakteri florasının ideal yapısı sağlıklı yaşamın ana unsurlarındandır. Bağırsak mikrobiyotasının uyku düzenini, ruh halini ve diğer bazı davranışları etkileyebileceği yönünde göstergeler mevcuttur. Yukarıda sayılan nedenlerle bağırsak mikrobiyotası günümüzde yeni bir ‘metabolik organ’ olarak tanımlanmaktadır.

 

 

Yararlı Bağırsak Bakterileri

  • Ortamı asitli hale getirerek, hastalık yapıcı zararlı bakterilerin çoğalmasına, bağırsak mukozasında enflamasyon oluşumuna, bağırsaklardan kana toksik ürünlerin geçmesine ve böylelikle hastalıkların oluşumuna engel olurlar.
  • Ürettikleri enzimleri aracılığı ile sindirilemeyen karbonhidratların parçalanıp emilmelerine yardımcı olurlar. Fermente olan karbonhidratlar kısa zincirli yağ asitlerine dönüşürler. Bunlar da enerji kaynağı olarak kullanılır. Kalsiyum, magnezyum ve demir emilimi artar. Bağırsak hareketlerinin uygun gerçekleşmesi sağlanmış olur.
  • B1, B2, B6, B12 ve K vitaminlerinin üretim ve emilimine katkıda bulunurlar.
  • Bağırsak mukozası yakınında yer alan lenf dokularını uyararak bağışıklık sisteminin erken gelişiminde ve hayat boyu işleyişinde rol oynarlar. Bağışıklık sisteminin yalnızca hastalık yapan mikroorganizmalara cevap vermesini sağlarlar.

 

Bağırsak Mikrobiyotası Değişir Mi?

Bakteriler bebek doğar doğmaz sindirim sistemine yerleşir. İlk yerleşen bakteriler bağışıklık sistemi tarafından tanınır. Dolayısıyla ilk yerleşen bakteriler, kişinin hayatı boyunca var olacak bağırsak bakteri florasının içeriğini belirler. Bebeklerde doğum şekli, beslenme şekli, genetik faktörler mikrobiyatayı etkiler. Kronik sindirim sistemi hastalıkları, infeksiyonlar ve antibiyotik kullanımı sonrası bağırsak mikrobiyota içeriği değişir. Bağırsaktaki sağlıklı, yararlı mikroorganizma dengesinin zararlı mikroorganizmalar lehine değişmesi, ideal dengenin bozulması çok sayıda akut ve kronik hastalıkla ilişkilendirilmiştir. Bu nedenle dışkıda mikrobiyota analizi yapılarak kişinin mevcut durumunun belirlenmesi önemlidir.

 

Bozulmuş Bağırsak Mikrobiyotası İle İlişkilendirilen Hastalıklar

Diyabet, Obezite, Metabolik sendrom

Alerjik hastalıklar (Rinit,Astım,Atopik egzema)

Fonksiyonel bağırsak hastalıkları (irritabl bağırsak sendromu, infantil kolik)

Enflamatuar bağırsak hastalığı, Nekrotizan kolit

Otizm, Depresyon, Anksiyete bozukluğu

Romatoid artrit, Alkolik olmayan karaciğer hastalığı

Kolon kanseri

 

Bağırsak Mikrobiyota İçeriği Nasıl Saptanır?

Her insanın farklı genetik yapısı olduğu gibi, farklı mikrobiyotası olabilir. Bakterilerin karakteristik özellikleri genlerinde kodlanmıştır. Bu sayede gelişmiş moleküler genetik analizler kullanılarak, bağırsak mikrobiyotasını oluşturan bakterilerin tanımlanması mümkün olabilmektedir. Dışkı örneğinde, yeni geliştirilmiş DNA sekanslama yöntemiyle bakteri genleri saptanarak bağırsak mikrobiyotası hakkın­da bilgi sahibi olmak mümkündür. Bu test için dışkı örneğinin, laboratuvarımızdan sağladığınız steril kap içerisine alınması ve hızlı bir şekilde laboratuvarımıza ulaştırılması gerekmektedir.

 

Bağırsak Mikrobiyota İçeriğinin Bilinmesinin Sağlığımıza Katkısı

Sağlıklı ve uzun yaşamın anahtarı sağlıklı bir bağırsak yapısıdır. O nedenle kişisel bağırsak mikrobiyota içeriğinin bilinmesinde sayısız yarar vardır. Bağırsakta hastalık oluşturabilen, zararlı mikroorganiz­maların daha yoğun olmaları durumunda mikrobiyotanın dengesi bozulmakta ve disbiyozis dediğimiz durum ortaya çıkmaktadır. Disbiyotik bir çevrede yabancı bakterilerin etkisi sonrası kontrolsüz bir iltihap süreci başlar. Bu da bir çok hastalığın gelişmesine zemin oluştu­rabilmektedir. Böyle bir durumda kişiye özel tavsiye ve tedavi yaklaşımları mümkün olmakta, artmış ya da azalmış bakterilerin varlığına göre diyet düzenlenmesi, uygun probiyotik (Bağırsak için yararlı, insan bünyesine dost bakteri hücreleri. Bunlar çeşitli gıdaların içersinde bulunabilir veya takviye preparatlar şeklinde verilir.) ve prebiyotikler (Yararlı, dost bakterileri beslemek gelişimlerini sağlamak amacıyla alınan özel besinler)’in kullanımı gibi çözümler önerilebilmektedir.

 

Gribal Enfeksiyon

Gribal Enfeksiyon Etkenleri

Gribal enfeksiyon, hafif veya şiddetli boyutlarda seyreden ve ender olarak da ölümle sonuçlanabilen bir hastalıktır. Grip / İnfluenza virüslerinin sebep olduğu burun, boğaz ve akciğerleri tutan üst solunum yolları enfeksiyonudur. İnfluenza virüslerinin A, B ve C olmak üzere üç değişik tipi vardır. En sık rastlanılan etken İnfluenza A virüsüdür.

Domuz Gribi

İlk kez 2009 yılında, Meksika’da bir domuz çiftliğinde ortaya çıkarak tüm dünyaya hızla yayılan İnfluenza A: HİNİ tipi virüsüdür. İnsandan insana bulaşma hızla olmaktadır. Daha sonraki yıllarda mevsimsel grip etkeni virüsler grubuna dahil olmuştur.

Grip Nasıl Bulaşır?

Grip virüsü taşıyan kişilerin öksürük, hapşırık veya konuşmaları sırasında etrafa saçtıkları damlacıklarla hastalığın yayıldığı bilinmektedir. Virüsün bulaştığı yüzeylerle temas edilmesi de virüsün kişilere bulaşmasına neden olmaktadır. Virüs bulaştığı yüzeylerde 2-8 saat boyunca canlılığını koruyabilmektedir.

Gribal Enfeksiyon Kuluçka Süresi

Hastalık başlangıcında veya kişinin henüz hasta olduğunu fark etmediği süreçte virüsün bulaştırılması mümkündür. Belirtiler ortaya çıkmadan 1 gün öncesinde ve hastalandıktan sonraki 5-7 gün süresince bulaştırma riski devam eder. Özellikle çocukların ve bağışıklık sistemi zayıflamış olan kişilerin hastalığı bulaştırma süreleri daha uzun sürebilir.

Gribal Enfeksiyon

 

Gribal Enfeksiyon Belirtileri

Grip virüsleri ile enfekte olan kişilerde aşağıdaki belirtilerin bir kısmı veya hepsi birden görülebilir. Ateş, üşüme ve titreme,
Öksürük,
Boğaz ağrısı,
Burun akıntısı veya tıkanıklığı,
Kas ve eklem ağrıları,
Baş ağrısı,
Yorgunluk, bitkinlik hali,
Çocuklarda daha yaygın görülmek üzere kusma ve ishal.

Grip Tanısı

Gribal enfeksiyonlar çoğunlukla soğuk geçen kış aylarında görülmekle birlikte mevsim dışı zamanlarda da görülebilir. Gribal enfeksiyonları sadece belirtilerine bakarak diğer solunum yolları enfeksiyonlarından ayırt etmek pek kolay olmayabilir. Grip tanısı için laboratuvar testleri yapılır.

Burun veya boğaz salgısı örnekleri kullanılarak kısa sürede, hızlı sonuç alınan testler yapılmaktadır. Grip salgını dönemlerinde hızlı testlerin pozitif sonuç vermesi tanıyı çabuklaştırmaktadır. Ancak kesin tanıya varmak için daha hassas test yöntemleri de uygulanmaktadır.

Grip tanısında yukarıda sözü edilen testler için kan örneği gerekmemektedir.

Gribal Enfeksiyon Komplikasyonları

Kulak enfeksiyonu, sinüs enfeksiyonu, Vücudun su kaybı, Astım, diyabet, kalp yetmezliği gibi kronik hastalıkların daha ağır seyretmesi, Bakteriyel Zatürre (Pnömoni), Virüsün tipine ve kişin bağışıklık durumuna göre alt solunum yollarına yayılarak Zatürre’ye neden olabilir.

Kimler Yüksek Risk Altındadır?

Gribe bağlı ciddi sağlık komplikasyonları her yaştaki kişilerde ortaya çıkabilir,
65 yaş üstü kişiler,
Astım, diyabet veya kalp hastalığı gibi kronik hastalıkları olan kişiler,
Hamile kadınlar ve çocuklar.

Gribal Enfeksiyon

 

Gripten Korunma Yöntemleri – Aşı

Birincil ve en önemli korunma yöntemi her yıl grip aşısı olmaktır. Günlük yaşamda diğer korunma yöntemleri ise hasta kişilerle yakın temasta olmamak, öksüren ve hapşıran kişilerden uzak durmak ve sık sık ellerin yıkanması.

Gribal enfeksiyon, hafif veya şiddetli boyutlarda seyreden ve ender olarak da ölümle sonuçlanabilen bir hastalıktır.

Aşı Yapılmasında Sakınca Olan Kişiler

  • Ciddi yumurta alerjisi olanlar,
  • 6 aydan küçük bebekler,
  • 38 C° üzerinde ateşli enfeksiyon hastalığı olanlar,
  • Daha önce yapılan grip aşısına şiddetli alerjik reaksiyon verenler.

Gribal Enfeksiyon Tedavisi

Antiviral ilaçlar şikayetler başladıktan sonraki ilk 24-48 saat içerisinde kullanılmaya başlandığında etkili olabilmektedir, ilaç tedavisinin yanı sıra yatak istirahati, bol sıvı alınması ve hastanın odasının havalandırılması önemlidir. Antibiyotikler influenza virüslerine karşı etkili değildirler.

Gribal Enfeksiyon

 

Diğer Popüler Bültenlerimizi Okumak İçin Tıklayabilirsiniz 

Biruni Mobil Sağlık Hizmetimizden Faydalanmak İçin Tıklayabilirsiniz.