ASO Nedir? Antistreptolizin O Nedir?

Antistreptolizin O (ASO) Nedir? ; hemolitik streptokokların salgıladığı streptolizin toksinine karşı oluşan bu antikorlar, streptokok bakterilerinin yaydığı toksinlere karşı vücudun savunma mekanizmasını oluşturur. ASO testi, kanda bu antikorların seviyesini ölçer ve bu sayede streptokok enfeksiyonlarının varlığı ve şiddeti hakkında bilgi sağlar. ASO testi, özellikle boğaz ağrısı, cilt enfeksiyonları gibi streptokok enfeksiyonlarından sonra ortaya çıkan komplikasyonların teşhisinde kullanılır.

ASO Normal Değeri Nedir?

ASO testinin normal değeri genellikle 0-200 IU/mL arasında değişir. Ancak, bu değer laboratuvarlara ve kişinin yaşına bağlı olarak farklılık gösterebilir. Çocuklarda ve gençlerde ASO düzeyi genellikle daha yüksektir. Test sonuçlarınızı doktorunuzla birlikte değerlendirerek daha kesin bir yorum alabilirsiniz.

ASO Yüksekliği Nedir ve Neden Önemlidir?

ASO yüksekliği, kandaki antistreptolizin O seviyesinin normalin üzerinde olması durumudur. Bu durum genellikle yakın zamanda bir streptokok enfeksiyonu geçirildiğini gösterir. Yüksek ASO seviyeleri, özellikle romatizmal ateş ve glomerülonefrit gibi komplikasyonların teşhisinde önemlidir. Romatizmal ateş, kalp kapaklarını etkileyebilir ve kalıcı kalp rahatsızlıklarına yol açabilir. ASO yüksekliğinin erken tespiti, bu tür komplikasyonların önlenmesinde önemlidir.

ASO Neden Yükselir?

ASO seviyesi, streptokok bakterilerine karşı vücudun bir savunma tepkisi olarak yükselir. Streptokok enfeksiyonları, özellikle boğaz ağrısı ve cilt enfeksiyonları gibi hastalıklara neden olabilir

ASO Yüksekliğine Neden Olan hastalıklarda Belirtiler Nelerdir?

ASO yüksekliği belirtileri genellikle streptokok enfeksiyonunun belirtileriyle aynıdır. Boğaz ağrısı, yutkunma güçlüğü, ateş, kızarık ve şişmiş bademcikler, baş ağrısı ve halsizlik bu belirtiler arasında sayılabilir. Ayrıca, romatizmal ateş gibi komplikasyonlar gelişmişse, eklem ağrıları, döküntüler ve kalp problemleri de görülebilir.

ASO Düşüklüğü Nedir?

ASO düşüklüğü, kanda antistreptolizin O seviyesinin normalin altında olduğu durumdur. Bu durum genellikle streptokok enfeksiyonu geçirilmemiş olduğu veya vücudun bu enfeksiyonlara karşı yeterli bir tepki göstermediği anlamına gelir. ASO düşüklüğü genellikle bir sorun olarak kabul edilmez ve özellikle sağlıklı bireylerde normal olarak kabul edilir.

ASO ne zaman yükselir

ASO genellikle kişinin sterptokok enfeksiyonu geçirmesinden sonra 1-2 hafta içinde yükselmeye başlar. Ancak  enfeksiyon geçtikten sonra vücuttan atılması 10-12 ayı bulabilir.

 

PSA Testi Nedir?

PSA testi, prostat spesifik antijen (PSA) adı verilen bir proteinin kan seviyesinin ölçümüdür. PSA, erkeklerde bulunan prostat bezi tarafından salgılanır.

PSA Yüksekliği Nedir?

PSA yüksekliği, kan dolaşımında normalden fazla prostat spesifik antijen (PSA) bulunması durumudur. PSA seviyesinin yüksek olması, prostat bezinin büyümesi, prostatit (prostat iltihabı) veya prostat kanseri gibi sağlık sorunlarının göstergesi olabilir. Ancak, PSA seviyesi yüksek olan her erkekte prostat kanseri bulunmayabilir. Diğer faktörler de PSA seviyesini etkileyebilir, bu nedenle PSA yüksekliği tek başına kesin bir tanı aracı değildir.

PSA Seviyelerini Etkileyebilecek Faktörler Nelerdir?

Prostat büyümesi:

İyi huylu prostat hiperplazisi (BPH) gibi kanser dışı prostat büyümesi durumları PSA seviyelerini yükseltebilir.

İleri yaş:

Prostat problemleri olmasa bile PSA seviyeleri, yaşlandıkça yavaş yavaş yükselir.

Prostatit:

Prostat bezinin enfeksiyonu veya iltihaplanması olan prostatit PSA seviyelerini yükseltebilir.

Cinsel aktivite:

PSA’nın kısa yükselmesine neden olabileceği için erkeklerin testten önce bir veya iki gün boyunca cinsel aktiviteden kaçınması önerilmektedir.

Bazı ürolojik prosedürler:

Prostat biyopsisi veya sistoskopi gibi, doktor muayenesi sırasında gerçekleştirilen bazı prosedürler PSA seviyelerini yükseltebilir.

Bazı ilaçlar:

Testosteron gibi erkeklik hormonları seviyelerini yükselten ilaçlar almak PSA’da artışa neden olabilir.

PSA Değeri Kaç Olmalıdır?

PSA değeri, yaşa, prostat bezinin büyüklüğüne ve genel sağlık durumuna bağlı olarak değişebilir. Genel olarak, PSA değeri 4 ng/mL’nin altında olarak kabul edilir. Ancak, bu değer sadece bir rehberdir. PSA seviyesi 4-10 ng/mL arasında olan erkeklerde prostat kanseri riski artar. 10 ng/mL’nin üzerindeki PSA seviyeleri daha yüksek bir risk taşır. Ancak, bu değerler kesin değildir ve PSA seviyesi yüksek olan erkeklerde bile prostat kanseri bulunmayabilir. Bu nedenle, PSA test sonuçlarını değerlendirirken doktorunuzun önerilerini dikkate almanız önemlidir.

PSA testi ile ilgili sık sorulan sorular

PSA Testi İçin Uygun Yaş Aralığı Nedir?

PSA testine genellikle 50 yaş ve üzerindeki erkeklerde bakılır. Ancak, ailesinde prostat kanseri öyküsü olan erkeklerde bu yaş daha erken olabilir, genellikle 40 veya 45 yaşında başlanır.

PSA Kan Testi Nasıl Yapılır?

PSA kan testi, kan örneği alınarak yapılır. Koldaki damardan alınan kan örneği, laboratuvarda PSA düzeyini ölçmek için analiz edilir.

PSA Testi Öncesi Dikkat Edilmesi Gerekenler Nelerdir?

PSA testi yaptırmadan önce, doktorunuzla konuşarak testin ne zaman yapılacağına, nasıl yapılacağına ve test sonuçlarının ne anlama geldiğine dair bilgi almalısınız. Ayrıca, test öncesi cinsel aktivite ve prostat muayenesi gibi PSA seviyesini etkileyebilecek aktivitelerden kaçınmanız gerekebilir.

PSA Testinde Yapılan Diğer Tetkikler Nelerdir?

PSA testi yanında genellikle dijital rektal muayene (DRM) adlı bir test daha yapılır. Bu testle doktor, prostatın boyutunu, şeklini ve dokusunu değerlendirir. Ayrıca, biyopsi, manyetik rezonans görüntüleme (MRI) veya bilgisayarlı tomografi (BT) gibi daha ayrıntılı tetkikler de yapılabilir.

PSA Değerlerinin Yaşa Göre Değişimi

Evet, PSA değerleri yaşla birlikte doğal olarak artabilir. Ancak, bu artış genellikle hafif olup, belirgin bir yükselme prostat problemlerinin bir göstergesi olabilir.

 PSA Dışında Kullanılan Yeni Prostat Kanseri Belirteçleri

Evet, PSA dışında prostat kanserini tespit etmek için kullanılan başka belirteçler de vardır. Örnek olarak, PHI (Prostat Sağlığı İndeksi), 4Kscore ve PCA3 testi gibi belirteçler bulunmaktadır. Ancak, bu belirteçlerin kullanılması için doktorunuzun önerisine ihtiyacınız vardır.

Biruni Laboratuvarında PHI (Prostat Sağlığı İndeksi) çalışılmaktadır.

 

 

 

Pankreas Nedir?

Pankreas nedir? Midenin arkasında bulunan bir organımızdır. Temel olarak iki önemli görevi yerine getirmektedir.

Pankreas tarafından üretilip ince bağırsaklara salgılanan sindirim enzimleri proteinlerin, yağların ve karbonhidratların parçalanmasını sağlayarak besin maddelerinin emilimini kolaylaştırır.

Kan şekerini düzenleyen hormonlar olan insülin ve glukagon pankreas tarafından üretilir.  İnsülin, kan şekeri seviyesini düşürerek hücrelere glikozun girişini sağlar ve fazla şekerin depolanmasını teşvik eder. Glukagon ise kan şekeri seviyesini yükselterek depolanan glikozun serbest bırakılmasını sağlar.

Pankreasın bu hormonlar aracılığıyla kan şekeri seviyelerini dengelemesi, vücutta enerji düzenlemesini sağlar.

Pankreas Hastalıkları Nelerdir?

Akut pankreatit

Akut pankreatit olan kişilerde genellikle:

Sırta-bele kuşak şeklinde yayılan sancılar şeklinde ortaya çıkan karın ağrısı,

Pankreasın bulunduğu bölgede, aniden ortaya çıkan şiddetli karın ağrısı, Ateş,

Mide ağrısı ve mide bulantısı gibi şikâyetler görülür.

Belirtiler kişiden kişiye ve hastalığın şiddetine göre değişkenlik gösterebilir.

Kronik Pankreatit

Pankreasta tekrar eden iltihaplanmalar ve hücre hasarının devam etmesi sonucunda, pankreasta kalıcı hasarlar kronik pankreatite neden olur.

Kalıtsal kronik pankreatit

Aileden genler yoluyla aktarılan bu hastalık, kronik pankreatitle benzer.

Otoimmun Pankreatit

Vücudun bağışıklık sisteminin kendi dokularına saldırması otoimmünite olarak adlandırılır. Bu tip pankreatit belirtileri diğerleri ile benzerdir. ,

Pankreas kanseri

Pankreas kanseri, pankreas hücrelerinde meydana gelen yapısal ve genetik değişikliklerin sonucunda ortaya çıkan bir kanser türüdür.

Pankreas kanseri, belirli semptomlara yol açmadan uzun bir süre boyunca sessizce ilerleyebilir ve bu nedenle genellikle ileri aşamada teşhis edilir.

Erken teşhis ve uygun tedavi seçenekleri, hastalığın seyrini iyileştirebilir ve yaşam kalitesini artırabilir. Bu nedenle, pankreas kanseri belirtilerini fark eden kişilerin bir doktora danışması önemlidir.

Pankreas Kanseri Tipleri Nelerdir?

Pankreas kanseri, genellikle iki ana tipte sınıflandırılır: ekzokrin tümörler ve nöroendokrin tümörler.

Ekzokrin Tümörler:

Pankreas kanserlerinin yaklaşık %93’ünü oluşturur.

Nöroendokrin Tümörler:

Pankreastaki nadir görülen tümörlerin yaklaşık %7’sini oluşturur. Nöroendokrin tümörler, endokrin hücrelerden köken alır ve bazı durumlarda aşırı hormon üretimi yapabilir. Hormon tipine bağlı olarak farklı isimler alırlar. Örneğin, insülinoma, aşırı miktarda insülin hormonu salgılayan hücrelerden kaynaklanan bir nöroendokrin tümördür.

Pankreas kanserleri ayrıca yerleşim yerlerine göre de sınıflandırılır. Pankreas başı tümörleri en yaygın olanlardır ve genellikle komşu dokulara baskı yaparak erken semptomlar gösterir. Pankreasın gövde ve kuyruk bölgelerinde yerleşen tümörlerde ise semptomlar daha geç ortaya çıkabilir, bu da erken teşhis olasılığını azaltabilir.

Pankreas Kanseri Semptomları Nelerdir?

Pankreas kanseri, erken aşamalarda genellikle belirti vermez ancak her pankreas kanseri vakası farklı olabilir ve semptomlar kişiden kişiye değişebilir. Yaygın semptomları arasında şunlar yer alır:

Üst Karın Ağrısı:

Pankreas kanseri genellikle üst karın bölgesinde ağrıya yol açar. Bu ağrı sırt bölgesine yayılabilir, özellikle yemeklerden sonra ve uzanırken şiddetlenebilir, öne doğru eğilmekle azalabilir.

Sarılık:

Pankreas kanseri, tıkanıklığa neden olan safra kanallarını etkileyebilir, bu da sarılığa yol açar. Cilt ve gözlerde sararma görülebilir.

Yorgunluk ve İştah Kaybı:

Pankreas kanseri, enerji düzeylerini etkileyebilir ve yorgunluk hissine neden olabilir. İştah kaybı ve buna bağlı olarak kilo kaybı da yaygın semptomlardır.

Sindirim Sorunları:

Pankreas kanseri, sindirim sistemi üzerinde etkili olabilir. Şişkinlik, hazımsızlık, ishal veya kabızlık gibi sindirim sorunları görülebilir.

Diyabet:

Pankreas kanseri, pankreasın insülin üreten hücrelerini etkileyebilir ve yeni ortaya çıkan veya kötüleşen bir diyabet durumuna yol açabilir.

Mide Bulantısı ve Kusma:

Pankreas kanseri ilerledikçe mide bulantısı ve kusma gibi sindirim sorunları artabilir.

Kaşıntı:

Pankreas kanserinde nadiren görülen bir semptom olmasına rağmen, bazı durumlarda kaşıntı görülebilir. Bu genellikle tüm vücutta yaygın bir kaşıntı olarak ortaya çıkar.

Bu semptomlar, pankreas kanseri durumunda görülebilecek yaygın belirtilerdir. Ancak, bu semptomlar başka sağlık sorunlarıyla da ilişkili olabilir, bu nedenle bir doktor tarafından değerlendirilmeleri önemlidir. Eğer bu semptomlarla karşılaşıyorsanız veya endişeleriniz varsa, bir sağlık uzmanına danışmanız önemlidir.

Pankreas Kanseri Kimlerde Olur?

Türkiye’de, pankreas kanseri en sık görülen 10 kanser türü arasında yer alır ve pankreas kanserine bağlı ölüm oranı, diğer daha yaygın kanser türlerine kıyasla daha yüksektir.

Pankreas kanseri her iki cinsiyeti de etkileyebilir, ancak istatistiklere göre erkeklerde kadınlara kıyasla bir miktar daha yaygın görülür. İleri yaş gruplarında daha sık ortaya çıkar, genellikle 60 yaşın üzerindeki kişilerde daha sık teşhis edilir.

Pankreas Kanserinde Risk Faktörleri Nelerdir?

Pankreas kanseri, çeşitli risk faktörlerinin etkisiyle gelişebilir. Bu risk faktörleri genetik, yaşam tarzı ve çevresel faktörler arasında yer alır. İşte pankreas kanseri için başlıca risk faktörleri:

Sigara ve Tütün Kullanımı:

Sigara içenlerde pankreas kanseri riski sigara içmeyenlere göre daha yüksektir.

Obezite:

Özellikle bel çevresinde yoğunlaşmış yağlanma, pankreas kanseri riskini artırabilir.

Diyabet:

Özellikle obezite ile ilişkili tip 2 diyabet varlığı pankreas kanseri için bir risk faktörüdür. İleri yaşlarda veya normal kiloya sahip olmasına rağmen yeni diyabet tanısı alan kişilerde pankreas kanseri şüphesi doğabilir.

Maruziyet:

Kimyasal boyalar, tozlar veya bazı temizlik maddelerine sürekli maruz kalmak, pankreas kanseri riskini artırabilir.

Kronik Pankreatit:

Kronik pankreatit, pankreas iltihabıdır ve uzun süreli inflamasyon pankreas kanseri riskini artırabilir.

Alkol Tüketimi:

Aşırı alkol tüketimi, pankreas kanseri riskini artırabilir.

Kalıtımsal Faktörler:

Bazı kalıtımsal sendromlar ve ailelerden çocuğa geçen mutasyonlar, pankreas kanseri riskini artırabilir.

Yaş ve Cinsiyet:

45 yaşından sonra pankreas kanseri riski artar. Ayrıca erkeklerde kadınlara göre biraz daha fazla görülme eğilimi vardır.

Siyah Ten:

Siyah tenli bireylerde pankreas kanseri riski, diğer ırklara göre biraz daha yüksek olabilir.

Her pankreas kanseri vakası bu risk faktörlerinden etkilenmeyebilir ve bazı vakalarda risk faktörleri olmadan da pankreas kanseri gelişebilir. Önemli olan, bu risk faktörlerinin bilincinde olmak ve sağlıklı bir yaşam tarzı benimsemektir.

Pankreas hastalıklarında tanı;

Pankreas tarafından üretilen amilaz enziminin normal değerin 4-6 katına çıkması ve özellikle lipaz enziminin yüksek seviyeleri pankreas hastalıklarında tanıda önemlidir. Ayrıca tanıda karaciğer ve böbrek fonksiyonları ve CA 19-9 ve CEA  bakılabilir.

Doktorunuz gerekli görürse, bilgisayarlı tomografi (BT), manyetik rezonans (MR), ultrasonografi (USG) gibi görüntüleme yöntemleri ile pankreas ve safra yolu kanalında iltihaplanma ya da tıkanıklık olup olmadığı belirlenebilir.

Coranvirus Eris Varyantı

Eris Virüsü (Eris Varyantı) Nedir?

Eris Varyantı (Eris Virüsü) Nedir?

Eris Varyantı, dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından yapılan açıklamaya göre, EG.5 Covid-19’un omicron varyantının bir alt türüdür. Dünya Sağlık Örgütü 9 Ağustos 2023 Çarşamba günü yayımladığı risk değerlendirme raporunda, EG.5 varyantının durumunu “Dikkat Çeken Varyant” olarak güncellemiştir.

DSÖ tarafından yapılan açıklamaya göre ;

  • ABD’nin CDC (Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri) kurumu tarafından tespit edilen ve BA.2.86 şeklinde kodlanan yeni varyanttan önceki varyantlardan daha hızlı yayıldığına veya daha ciddi hastalıklara neden olduğuna dair şu anda bir kanıt bulunmamaktadır.
  • COVID’den korunma yönündeki tavsiyeler henüz değişmemiştir.
  • 86’nın koronavirusun diğer suşlarını geride bırakıp bırakamayacağının, önceki infeksiyon veya aşılamadan kaynaklanan bağışıklık tepkilerinden kaçma konusunda herhangi bir avantaja sahip olup olmadığının zaman içinde görüleceği bildirilmiştir.

"Coranvirus

Eris Varyantı (Eris Virüsü) Belirtileri Nelerdir?

Eris varyantı, COVID-19 ile benzer semptomlar gösterir. Bu semptomlar şunlardır:

  • Boğaz ağrısı
  • Ateş
  • Öksürük
  • Burun tıkanıklığı veya akıntısı
  • Baş ağrısı
  • Nefes darlığı
  • Tat ve koku kaybı
  • Hapşırma
  • Halsizlik ve yorgunluk
  • Kas ve vücut ağrıları
  • İştah kaybı
  • İshal

Eris varyantı, diğer koronavirüs varyantlarından farklı semptomlara sahip olabilir mi?

Eris varyantı, omicron’un diğer varyantları gibi üst solunum yollarını etkileyerek benzer semptomlar gösterir. Ancak yaşlı veya bağışıklık sistemi zayıf kişilerde alt solunum yolları hastalıklarına yol açabilir. Ayrıca, mutasyona uğramış yeni varyantlarla tat ve koku kaybı, mide bulantısı, kusma ve ishal gibi semptomların görülme sıklığının azaldığı gözlemlenmiştir.

 Eris Virüsü Son Mutasyon mu?

Eris virüsü, BA.2.86 olarak adlandırılan pirola varyantıyla birlikte son zamanlarda tespit edilen yeni bir koronavirüs varyantıdır. Eris, daha önce tespit edilmiş bir varyant olsa da şu anda daha baskın ve yaygın bir varyanttır.

Eris Virüsü Ne Kadar Yaygın?

Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezine göre, EG.5, Amerika Birleşik Devletleri’nde Ağustos ayının üçüncü haftasının sonunda COVID-19 vakalarının %20,6’sında görülmüş ve ABD’deki baskın koronavirüs varyantı olmuştur.

Koronavirüs Eris Varyantının Diğer Koronavirüs Türlerinden Farkı Nedir?

Eris virüsü, diğer varyantlardan farklılık gösteren bazı genetik farklılıklara sahip olabilir. Özellikle spike proteini, virüsün konakçı hücreye girişini kolaylaştıran bir bölge olarak dikkat çekebilir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Eris’i “izlenmesi gereken varyant” olarak sınıflandırdığı için bu varyantın daha bulaşıcı veya şiddetli sonuçlara yol açabileceği düşünülebilir.

Eris Varyantından Korunmak İçin Neler Yapılmalıdır?

Eris varyantından korunmak için şu yöntemler uygulanabilir:

  • Kişisel hijyene dikkat etmek
  • Temas edilen yüzeyleri düzenli olarak dezenfekte etmek
  • COVID-19 hatırlatma dozlarını almak
  • Bağışıklığı güçlü tutmak için sağlıklı beslenmek
  • Hasta olduğunu düşündüğünüz kişilere yakın temas etmekten kaçınmak
  • Hasta olduğunuzda evde kalmak
  • Kalabalık ortamlarda maske takmak (gerektiğinde)

PCR Testi ile Eris Virüsü Tespit Edilebilir mi?

Eris varyantını doğrulamanın en kesin yolu PCR testi yapmaktır. PCR testleri, yeni varyantları tespit etmek için kullanılabilir ve bu şekilde doğru teşhis konulabilir.

Eris Virüsü Hakkında Sık Sorulan Sorular

Eris varyantının kuluçka süresi nedir?

COVID-19’un diğer varyantlarında olduğu gibi kuluçka süresi yaklaşık beş gündür.

Eris virüsü Türkiye’de görüldü mü?

Evet, Türkiye’de de Eris virüsü tespit edilmiştir.

Eris varyantı ne kadar bulaşıcı?

Eris varyantı, diğer varyantlara göre daha bulaşıcıdır.

Eris varyantı ölümcül mü?

Şu ana kadar Eris varyantından kaynaklanan ölümlü vaka rapor edilmemiştir. Ancak bağışıklık sistemi zayıf veya kronik hastalığı olan kişilerde semptomlar daha şiddetli görülebilir.

 

Kızamık Nedir?

Kızamık nedir? kızamık virüsün neden olduğu döküntü, yüksek ateş ve grip benzeri semptomlar ile seyreden bir enfeksiyondur.

Kızamık enfekte kişinin öksürmesi, hapşırması veya konuşması sırasında yayılan damlacıkların solunması ya da bu kişilerin kullandığı nesnelere temas edilmesiyle bulaşır.

Özellikle kış sonu ve ilkbahar başında daha yaygın olarak görülür. Kızamık küçük çocuklarda daha sık rastlanan bir hastalıktır, ancak aşılama yapılmayan veya daha önce kızamık geçirmemiş yetişkinlerde de ortaya çıkabilir.

Virüsün kuluçka dönemi 10-14 gündür. Şikayetler başlamadan önceki iki gün ile döküntü başladıktan sonraki dört gün en bulaşıcı dönemdir. Bir kez geçirildiğinde hayat boyu bağışıklık bırakır.

Kızamık hastalığı orta kulak iltihabı (otitis media), zatürre (pnömoni) veya beyin iltihabı (ensefalit) gibi ciddi komplikasyonlara, yani olumsuz etkilere yol açabilir, ender de olsa ölümle sonuçlanabilir. Bu nedenle, kızamıktan korunmak için aşılanma önemlidir.

Aşı, kızamık enfeksiyonunun yayılmasını önlemekte etkili bir yöntemdir. Kızamık aşısı genellikle Kızamık-Kabakulak-Kızamıkçık (MMR; Measles-Mumps-Rubella) aşısı şeklinde karma olarak uygulanır. Genellikle bebeklik döneminde ve çocukluk çağında yapılır. Kızamık vakalarını azaltması ve ciddi komplikasyonları önlemesi bakımından 1971 yılından bu yana bütün dünyada uygulanmakta olan aşılama programlarının büyük yararı olmuştur.

Kızamığı önlemek için aşılanmanın yanı sıra, enfekte kişilerle teması önlemek, hijyenik önlemler almak ve sağlıklı yaşam alışkanlıklarına dikkat etmek de önemlidir.

Kızamığın Belirtileri

Bulgular, virüs bulaştıktan sonra genellikle 8 ila 12 gün arasında ortaya çıkar. Kızamık hastalığının belirtileri şunları içerir:

Döküntü

Kızamığın karakteristik belirtisi, vücutta döküntüdür. Kızamık döküntüsü başta kulak arkası olmak üzere baş, boyun ve tüm vücuda yayılabilir. Döküntüler küçük, kırmızı-kahverengi, yassı veya hafif kabarık noktalar şeklinde olabilir. Döküntüler genellikle yüzden başlar ve yukarıdan aşağıya doğru yayılır. Döküntülerin ardından deride hafif bir soyulma görülebilir.

Soğuk Algınlığı Belirtileri

Kızamık enfeksiyonu ile birlikte burun akıntısı, hapşırma ve öksürük gibi soğuk algınlığına benzer belirtiler ortaya çıkabilir.

Yüksek Ateş

Kızamık enfeksiyonu sırasında vücut sıcaklığında yükselme görülür. Yüksek ateş, genellikle 38-40 derece arasında olabilir.

Halsizlik

Kızamık hastalığına yakalanan kişilerde genel halsizlik ve enerji düşüklüğü hissi yaygın olarak görülür.

Göz Belirtileri

Kızamık enfeksiyonu gözleri etkileyebilir ve gözlerde yaşarma, ışığa duyarlılık, şişme ve kızarıklık gibi belirtiler görülebilir.

Kuru Öksürük ve Boğaz Ağrısı

Kızamık hastalığı sırasında kuru öksürük ve boğaz ağrısı ortaya çıkabilir.

Konjonktivit

Kızamık enfeksiyonu ile birlikte gözlerde iltihap (konjonktivit) gelişebilir ve gözlerde kızarıklık, şişme ve tahriş belirtileri görülebilir.

Koplik Lekeleri

Kızamık hastalığına özgü olarak ağız içinde koplik lekeleri denen küçük, grimsi-beyaz lekeler oluşabilir. Bu lekeler, yanak içi zarında (mukoza) ve diş etlerinde (gingiva) görülebilir.

Belirtiler genellikle ortalama 7-10 gün sürer ve döküntülerin solmasıyla birlikte hastalık geriler. Ancak, kızamık ciddi komplikasyonlara yol açabilen bir hastalık olduğu için, geçen süreye rağmen hastalık haliniz devam ediyorsa hemen bir sağlık kurumuna başvurmanız önemlidir.

Kızamık Belirtileri

Kızamık Belirtileri ve Semptomları

Kızamık Hastalığının Nedenleri ve Risk Faktörleri Şunlardır

Aşısız Olmak

Kızamık için aşı olmamak, hastalığa yakalanma riskini artıran en önemli faktördür. Kızamık aşısı genellikle kızamık-kabakulak-kızamıkçık (MMR) aşısı olarak uygulanır ve aşılanmamış bireyler kızamığa daha duyarlı hale gelir.

Uluslararası Seyahat

Kızamık, bazı ülkelerde hâlâ yaygın bir hastalıktır. Bu ülkelere seyahat etmek, kızamığa maruz kalma riskini artırabilir. Özellikle aşısız veya kızamığı daha önce geçirmemiş bireyler için seyahat edilen bölgelerdeki enfeksiyon riski daha yüksektir.

Düşük Bağışıklık Sistemi

Bağışıklık sistemi zayıf olan bireyler, kızamık hastalığına karşı daha duyarlıdır. Bağışıklık sistemini etkileyen faktörler arasında HIV enfeksiyonu, kanser tedavisi, organ nakli sonrası bağışıklık baskılayıcı (immünosupresif) ilaç kullanımı ve bazı genetik bozukluklar yer alır.

Kızamık hastalığının tanısı nasıl konur?

Kızamık hastalığının tanısı genellikle doktor muayenesi ile konulur. Kızamık olan kişi ile temas öyküsü, kızamığın karakteristik döküntüsü ve koplik lekeleri hastalığın tanısında yardımcıdır. Bazı durumlarda, kızamık belirtileri diğer hastalıklarla karıştırılabilir. Kuşkulu olguların kesin tanı için soğuk algınlığı gibi ön belirtilerin (prodromal belirtiler) görüldüğü dönemde kan, idrar ve geniz akıntısından (nazofarinks sekresyonu) virüs tespiti (izolasyonu) yapılabilir, ancak zor ve uzun süren bir tekniktir. Bu nedenle tanıda kan alınarak yapılan kızamık antikorlarını tespit eden serolojik testler kullanılmaktadır.

Kızamık şüphesi olan herkes en kısa sürede bir sağlık uzmanına başvurmalıdır. Erken teşhis ve tedavinin komplikasyonları önlenmede etkisi çok önemlidir.

 

Strep A Nedir?

STREP A / BETA NEDİR?

Strep A, A grubu beta hemolitik streptokokların/AGBHS ( Streptococcus pyogenes) neden olduğu Beta olarak da adlandırılan üst solunum yolu enfeksiyonudur (ÜSYE).

Strep A enfeksiyonuna sahip kişiler her zaman belirti göstermeyebilir fakat hastalığı bulaştırabilirler. Sıklıkla çocuklarda enfeksiyon oluşturmakla birlikte yetişkinler de enfekte olabilmektedir. Bu nedenle çevrenizde hastalık bulguları varlığından şüphe edildiğinde hastalıktan korunmak için önlem alınmalıdır. Strep A enfeksiyonlarının çoğunluğu, ciddi değildir ve antibiyotiklerle tedavi edilebilir; ancak nadiren kalbe (romatizmal ateş olarak bilinen bir durum) veya böbreklere (glomerülonefrit olarak bilinir) zarar verebilecek ciddi komplikasyonlara yol açabilir. 

Strep A enfeksiyonun belirtileri nelerdir?

  • Yüksek ateş
  • Boğaz ağrısı
  • Bademciklerde şişme ve kızarma
  • Burun akıntısı ve mukus
  • Lenf bezlerinin şişmesi
  • Vücutta yaygın ağrı gibi grip benzeri semptomlar
  • Şiddetli baş ağrısı
  • Nadiren vücutta döküntü ve kaşıntı
  • Özellikle küçük çocuklarda bulantı ve kusma

Belirtiler genellikle enfeksiyonun şiddetine, bağışıklık sisteminin durumuna ve bireysel faktörlere bağlı olarak değişiklik gösterebilir.

Kimler risk altındadır?

A grubu streptokok bakterisi her insanda hastalığa sebep olabilir, ancak en fazla risk altında olan kişiler şöyle sıralanmaktadır:

  • 15 yaşa kadar olan dönemdeki çocuklar
  • 65 yaş üstü bireyler
  • Bağışıklık sistemi zayıf olanlar
  • Kronik hastalığı bulunanlar (diyabet, kanser, kronik kalp hastalığı vb.)
  • Hijyen kurallarına dikkat etmeyenler

Strep A enfeksiyonu bulaşıcı mıdır?

Strep A enfeksiyonu oldukça bulaşıcıdır. Streptokok bakterileri, bir kişiden diğerine yakın temas yoluyla kolayca yayılabilir. Enfekte bir kişiden öksürme veya hapşırma sırasında salgılanan damlacıklarla bulaşır. Bunun yanı sıra, enfekte kişinin kullanmış olduğu eşyalar veya yüzeyler de bakterilerin yayılmasına katkıda bulunabilir.

Strep A tanısı nasıl konur?

Üst solunum yolu enfeksiyonlarının çoğu virüs kaynaklı olmakla birlikte, Strep A özellikle çocuklarda boğaz ağrısı, yutma güçlüğü, tonsilit, kızıl hastalığı, selülit, impetigo denilen cilt hastalıkları, zatürre, böbrek iltihapları, kalp romatizması, akut romatizmal ateş ve toksik şok sendromuna neden olabilmektedir. Bu nedenle boğaz ağrısı ve ateş şikayeti ile başvuran hastalarda “Hızlı Strep A Antijen Testi” ile beraber boğaz kültürü alınmalıdır. Her iki test, için numune, boğaza ve bademciklere pamuklu bir çubuk ile temas edilerek alınır.

Hızlı Strep A Antijen testi:

Boğaz sürüntüsü örneğinden, AGBS’ı hızlı teşhis eden antijen testidir. Testin avantajı 1 saat içinde sonuçlanabilmesidir. Test pozitif çıkarsa, doktorunuz uygun gördüğünde size tedaviyi başlatacaktır. Kişi, hasta olmasına karşın hızlı Strep A antijen testinde negatif sonuç çıkabilir. Bu testten doğru sonuç alınabilmesi için boğaz kültürü ile beraber yapılması en sağlıklı sonuçları verir.

Boğaz kültürü:

Teşhis için en iyi yöntemdir. Boğaz kültürü testi 24-48 saat içinde sonuçlanmaktadır. Test sonucunda “Boğaz kültüründe A grubu beta hemolitik streptokok üredi” ibaresi varsa vakit kaybedilmeden antibiyotik tedavisine başlanmalıdır.

Enfeksiyon iyileştikten sonra bile bir süre boğaz kültüründe sonuçlar normal olmayabilir. Antistreptolizin testi de yapılarak kişinin hala A grup beta hemolitik streptokok enfeksiyonuna bağlı antikorlarının etkisini gösterip göstermediği belirlenebilir.

Strep A enfeksiyonu nasıl önlenir?

Strep A enfeksiyonunu önlemek için aşağıdaki adımları izleyebilirsiniz:

  1. Strep A enfeksiyonu olan kişilerle yakın teması mümkün olduğunca sınırlamaya çalışın. Özellikle boğaz ağrısı olan kişilerle temas etmekten kaçının.
  2. Strep A enfeksiyonuna karşı spesifik bir aşı bulunmamaktadır. Ancak, grip aşısı ve diğer solunum yolu enfeksiyonlarına karşı aşılar yaptırmak bağışıklık sistemini güçlendirebilir ve enfeksiyon riskini azaltabilir.
  1. Ellerinizi düzenli olarak ve temiz su ve sabunla yıkayın. Özellikle tuvalet kullanımından sonra, öksürdükten veya hapşırdıktan sonra, yiyecek hazırladıktan veya hayvanlarla temas ettikten sonra ellerinizi yıkamak önemlidir.
  2. Alkol bazlı el dezenfektanlarını kullanarak ellerinizi temizleyebilirsiniz. Özellikle su ve sabunun olmadığı durumlarda el dezenfektanları etkili bir seçenektir.
  3. Kişisel eşyalarınızı başkalarıyla ortak kullanmaktan kaçının. Bardaklar, tabaklar, çatal-bıçak gibi eşyaları başkalarıyla paylaşmamaya özen gösterin.
  4. Ev ve iş yerlerinde hijyene dikkat edin. Yüzeyleri düzenli olarak temizleyin ve dezenfekte edin. Özellikle ortak kullanılan alanlarda hijyenik koşullara özen gösterin.
  5. Öksürdüğünüz veya hapşırdığınız zaman ağzınızı ve burnunuzu bir mendil veya dirseğinizle kapatın.
  6. Testler  doktorunuzun rehberliğinde ve gerektiğinde uygulanır. Doğru tanı ve uygun tedavi için bir sağlık uzmanına danışmanız önemlidir.

Diğer faydalı Bilgilerimizi Okumak İçin Tıklayabilirsiniz 

Biruni Mobil Sağlık Hizmetimizden Faydalanmak İçin Tıklayabilirsiniz. 

Glukoz nedir?

Glukoz Nedir?

Glukoz, vücut için temel bir enerji kaynağıdır ve kan şekerinin ana bileşenidir. Kan glukoz seviyeleri, metabolik sağlığı ve diyabet gibi kronik hastalıkların yönetimini anlamak için önemlidir. Glukoz seviyelerini ölçmek, birçok kişi için günlük rutinin bir parçası haline gelmiştir. Bu makalede, glukozun nasıl ölçüldüğü, hipoglisemi ve hiperglisemi terimlerinin ne anlama geldiği, bu durumların sebepleri ve belirtileri hakkında daha fazla bilgi bulabilirsiniz.

Glukoz Nasıl Ölçülür?

Glukoz seviyelerini ölçmek için en yaygın yöntem, bir kan glukoz ölçüm cihazı olan glikometre kullanmaktır. Glikometreler, küçük bir kan damlasını test şeridi üzerine yerleştirerek glukoz seviyelerini hızlı ve etkili bir şekilde ölçer. Bu test genellikle parmak ucundan alınan bir damla kanla yapılır.

Hipoglisemi Nedir?

Hipoglisemi, kan şekerinin normal seviyelerin altına düştüğü durumdur. Kan şekerinin düşmesi, vücudun enerji ihtiyacını karşılayamamasına neden olur. Hipoglisemi, diyabet ilaçlarının veya insülinin aşırı doz alınması, uzun süreli açlık, aşırı egzersiz veya bazı metabolik bozukluklar gibi faktörlerden kaynaklanabilir.

Hipoglisemi Sebepleri Nelerdir?

  • Diyabet ilaçları veya insülin kullanımı: Diyabet hastaları, kan şekerini düzenlemek için insülin veya oral hipoglisemik ilaçlar kullanır. Ancak, ilaçların veya insülinin aşırı dozda alınması veya zamanlamasında hata yapılması hipoglisemiye neden olabilir.
  • Açlık veya atlanan öğünler: Uzun süreli açlık veya düzensiz yemek alışkanlıkları, kan şekerinin düşmesine yol açabilir. Öğün atlamak veya yetersiz karbonhidrat içeren bir diyet, vücudun enerji kaynağı olan glukozu sağlayamamasına neden olur.
  • Aşırı egzersiz: Yoğun veya uzun süren fiziksel aktivite, vücuttaki glikozu hızla tüketir. Bu durum, kan şekerinin düşmesine ve hipoglisemiye neden olabilir.
  • Alkol tüketimi: Alkol, karaciğerde depolanan glikojen seviyelerini düşürerek hipoglisemiye yol açabilir. Ayrıca, alkol, insülinin etkisini artırarak kan şekerini düşürebilir.
  • Bazı ilaçlar: Bazı ilaçlar, özellikle insülin dışı hipoglisemik ajanlar, kan şekerini düşürebilir. Bu tür ilaçları kullanan kişilerde hipoglisemi riski artar.
  • Hormonal dengesizlikler: Hormonların dengeyi sağlamadığı durumlar, hipoglisemiye neden olabilir. Örneğin, pankreasın insülin salgısı düzenini etkileyen insülinoma adı verilen tümörler, hipoglisemiye yol açabilir.
  • Metabolik hastalıklar: Nadir durumlarda, metabolik hastalıkların neden olduğu enzim eksiklikleri veya metabolik bozukluklar hipoglisemiye sebep olabilir.

Hipogliseminin sebepleri kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Özellikle diyabet hastaları, kan şekerini düzenlemek için dikkatli bir şekilde ilaçlarını kullanmalı ve uygun beslenme alışkanlıklarına dikkat etmelidir. Herhangi bir hipoglisemi belirtisi yaşadığınızda veya endişeleriniz varsa, bir sağlık uzmanına başvurmanız önemlidir.

Hipoglisemi Belirtileri Nelerdir?

Hipoglisemi belirtileri, kan şekerinin düşmesiyle ortaya çıkar. Bu belirtiler, bireyden bireye farklılık gösterebilir, ancak yaygın olarak şunları içerir:

  • Terleme
  • Titreme veya ürperme
  • Hızlı kalp atışı
  • Baş dönmesi veya baş ağrısı
  • İştah artışı
  • Bulanık görme
  • Konsantrasyon sorunları
  • Sinirlilik veya huzursuzluk hali
  • Yorgunluk veya halsizlik
  • Sersemlik veya bayılma hissi

Bu belirtiler, hafiften şiddetliye kadar değişebilir ve hipogliseminin şiddetine bağlı olarak farklılık gösterebilir.

Hiperglisemi Nedir?

Kan şekerinin yüksek seviyelerde olması durumunu ifade eder. Bu durumda, en az 8 saat açlık sonrasında yapılan kan glukoz ölçümlerinde 100 mg/dl üzerinde bir değer veya şekerli bir içecek tüketildikten iki saat sonra yapılan ölçümlerde 140 mg/dl üzerinde bir değer tespit edilir.

Hiperglisemiye Yol Açan Nedenler

Diyabet: Diyabet, vücudun insülin hormonunu yeterince üretemediği veya kullanamadığı bir hastalıktır. İnsülin, kan şekeri seviyelerini düzenlemek için gereklidir. Diyabetli kişilerde hiperglisemi sık görülür.

Beslenme Alışkanlıkları: Dengesiz bir diyet, aşırı karbonhidrat ve şeker tüketimi, hiperglisemi riskini artırabilir. Özellikle işlenmiş gıdalar, tatlılar ve şekerli içecekler kan şekerini hızla yükseltebilir.

Fiziksel Aktivite: Aktif olmamak veya düzenli egzersiz yapmamak, vücudun glukozu enerjiye dönüştürmesini engelleyebilir ve hiperglisemiye neden olabilir.

İlaçlar: Bazı ilaçlar, özellikle kortikosteroidler ve diüretikler gibi, kan şekeri seviyelerini etkileyebilir ve hiperglisemiye yol açabilir.

Stres: Kronik stres, kortizol hormonunun artmasına neden olarak kan şekeri seviyelerini yükseltebilir.Enfeksiyonlar: Vücuttaki enfeksiyonlar, bağışıklık sistemini etkileyerek hiperglisemiye katkıda bulunabilir.

Hiperglisemi Belirtileri Nelerdir?

 

  • Ağız kuruluğu
  • Sürekli susama hissi
  • Sık idrara çıkma
  • Nefeste meyvemsi bir aseton kokusu
  • Halsizlik
  • Güçsüzlük
  • Karın ağrısı

Hiperglisemiyi Önlemek İçin Yapılması Gerekenler

Sağlıklı bir beslenme düzeni:

Dengeli bir beslenme programı takip etmek, karbonhidrat alımını kontrol altında tutmak ve sağlıklı yağlar, proteinler ve lif içeren besinler tüketmek önemlidir.

Fiziksel aktivite:

Düzenli egzersiz yapmak, vücuttaki kan şekerini dengelemeye yardımcı olur. Egzersiz, hücrelerin glukozu daha etkili bir şekilde kullanmasına yardımcı olur ve insülin duyarlılığını artırır.

İlaç tedavisi:

Diyabet teşhisi konmuş bireyler genellikle insülin veya oral antidiyabetik ilaçlar kullanır. İlaç tedavisine uyum sağlamak ve düzenli olarak ilaçları almak kan şekerinin kontrol altında tutulmasına yardımcı olur.

Stres yönetimi:

Stres, kan şekerini olumsuz etkileyebilir. Stres yönetimi tekniklerini kullanmak, stresi azaltmak ve kan şekerini kontrol altında tutmak için önemlidir.

Düzenli kan şekerinin takibi:

Kan şekerini düzenli olarak kontrol etmek ve düşük veya yüksek değerlerin erken tespiti için kan şekeri ölçümlerini yapmak önemlidir. Sağlıklı bir yaşam tarzı, düzenli beslenme, egzersiz, ilaç tedavisi ve stres yönetimi gibi önlemlerle kan şekeri seviyelerini kontrol altında tutmak önemlidir. Düzenli kan şekeri takibi ve gerekli önlemlerin alınması, uzun vadeli sağlık sorunlarının önlenmesine yardımcı olur.

 

insulin direnci

İnsülin Direnci Nedir?

İnsülin direnci (IR); insülinin glukozu hücre içine gönderme etkisinin azalması veya kaybolması olayıdır. Bu olay sonunda kanda artan glikoz, insülin salgılama mekanizmasını uyarır ve daha fazla insülin salınmasına yol açar. Sağlıklı popülasyonda % 25 oranında insülin direnci görülür.

İnsülin metabolizmanın düzenleyici temel hormonlarından biridir. Besinlerle alınan şeker yüksek seviyelere ulaştığında kan şekeri seviyesini normal aralıkta tutmak için insülin salınır.

İNSÜLİN NEDEN GÖRÜLÜR?

Hareketsiz yaşam tarzı, yüksek kalorili beslenme alışkanlığı gibi çevresel faktörlerin yanında, genetik özellikler de insülin  gelişiminde rol oynamaktadır.

Diyet düzenlenmesi ve egzersizi içeren yaşam tarzı değişiklikleri ile insülin direnci gerileyebilir.

İNSÜLİN DİRENCİ HANGİ HASTALIKLARA YOL AÇABİLİR?

İnsülin direncine müdahale edilmediğinde, uzun dönemde birçok hastalığa sebep olabilir. Kardiyovasküler hastalıklar, obezite, polikistik over sendromu gibi ciddi hastalıklarda risk artışı görülür. Tip 2 Diyabetes Mellitus gelişir.

İnsülin, , hiperinsülinemi (kanda insülin yüksekliği), obezite, dislipidemi (kanda yağ, kolesterol ve lipid türlerinin anormal seviyede olması), hipertansiyon (yüksek tansiyon) durumları hastada bir arada görülebilir. Bu durumda hasta metabolik sendrom hastası olarak değerlendirilmelidir.

İNSÜLİN DİRENCİ BELİRTİLERİ NELERDİR?

İnsülin direnci ortaya çıktığında hemen klinik belirti vermeyebilir. İnsülin gelişiminin kişide fark edilebilir belirtilere yol açması yıllar sürebilir.

  • Bel çevresinde kalınlaşma
  • Yüksek tansiyon
  • Karaciğer yağlanması
  • Kadınlarda adet düzensizlikleri
  • Yemek sonrası ani şeker düşmesi sonucu terleme ve el titremesi
  • Sürekli açlık ve susuzluk hissi
  • Sık tatlı yeme isteği
  • Yorgunluk hissi
  • Akantozis nigrikans; boyun, koltukaltı ve kasık bölgelerinde esmerleşme

İNSÜLİN VE BESLENME

İnsülin direnci ile ilişkili; metabolik sendrom, diyabet, hipertansiyon, dislipidemi, gibi hastalıkların ve komplikasyonlarının önlenmesinde ve tedavisinde beslenmenin düzenlenmesi önemli bir yer tutmaktadır.

İnsülinin başlangıç aşamalarındaki bireyler, beslenme düzenlenmesi ve egzersiz sayesinde ideal kilolarına ulaştıklarında ve ideal kiloyu uzun süreli koruduklarında, hipertansiyon, diyabet ve dislipidemi oluşumunun önüne geçilmesi mümkün olmaktadır. Kilo kontrolünü amaçlayan çok sayıda diyet modeli mevcuttur. Temel prensip, tüketilen kaloriyi kısıtlamak, karbonhidrat ve/veya protein kısıtlaması gibi makro besin dengesini sağlamak ve egzersiz programı ile desteklemektir. Karbonhidrat miktarı kısıtlanmış diyetlerin serum glikoz ve insülin seviyelerinde düşüşe yol açabileceği gösterilmiştir.

folik asit

Folik Asit Nedir?

Folik Asit Nedir? Besinlerde B9 vitamini olarak bulunan folat, insan vücudunda sentezlenemeyen önemli bir B-kompleks vitamindir. Hem hayvansal hem bitkisel kaynaklı gıdalarda bulunur. Vücutta depolanamaması sebebiyle düzenli olarak besinlerle alınması gerekir. Folik asit ise folat vitamininin sentetik halidir.

 FOLİK ASİTİN GÖREVLERİ NELERDİR?

  • Hücre büyümesinde yardımcıdır.
  • DNA tamirinde görev alır.
  • Hamilelik döneminde bebeğin beyin fonksiyonlarının gelişiminde önemli rol oynar.
  • Ateroskleroz (damar sertliği) riskini azaltarak kalp krizini önlemeye yardımcı olur.

 FOLİK ASİT EKSİKLİĞİ BELİRTİLERİ NELERDİR?

Folik asit alımının yetersiz olduğu toplumlarda megaloblastik anemi (folik asit eksikliğine bağlı anemi), kardiovaskuler hastalıklar, major depresyon, şizofreni, Alzheimer hastalığı ve çeşitli karsinomların riskinin arttığı bildirilmektedir. Özellikle gebelikte folat eksikliği ile nöral tüp defektleri (NTD) ve bazı konjenital anomaliler arasında ilişki kuran birçok çalışma mevcuttur.

Folik asit eksikliğine bağlı olarak görülen bazı belirtiler:

  • İştahsızlık, kilo kaybı

  • Yorgunluk, uyku hali

  • Konsantrasyon eksikliği

  • Baş ağrısı

  • Ağız yaraları

 FOLİK ASİT EKSİKLİĞİ NEDENLERİ NELER OLABİLİR?

Çölyak ve emilim bozukluklarına neden olan bağırsak rahatsızlıkları folik asit eksikliğine neden olabilir. Hamilelik, sık alkol kullanımı, diyaliz hastaları folik asit eksikliği riski altındadır.  MTHFR gen mutasyonu, vücudun folik asit ve diğer önemli B vitaminlerini işleme şeklini engellemesi sebebiyle folik asit eksikliğine neden olur.

 HAMİLELİKTE FOLİK ASİT KULLANIMI NEDEN ÖNEMLİDİR?

Yapılan çalışmalar sonucunda; gebelikte folat ihtiyacının arttığı bildirilmektedir. Bunun nedeni hem fetüs hem de gebe kadınlarda doku sentezi ve diğer fizyolojik değişikliklerdir. Artan folat gereksinmesinin tek başına diyet ile karşılanması mümkün olmadığından gebelerde folik asit desteği tüm dünyada önerilmektedir. Gebelik boyunca, mümkünse öncesinde NTD, anemi ve diğer sağlık sorunlarını önlemek amacı ile DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü ) her kadına günlük 400 mcg  (400 mikrogram)  veya 0.4 mg  folik asit alımı önermektedir.

 FOLİK ASİT HANGİ BESİNLERDE BULUNUR?

Folik asitin doğal formu olan folat, vücutta depolanmaması sebebiyle düzenli olarak besinlerle alınması önemlidir. Zengin kaynaklar koyu yeşil yapraklı sebzeler (brokoli, ıspanak vb.), kuru baklagiller (nohut, mercimek, fasulye vb.), portakal, greyfurt, yer fıstığı, badem ve karaciğerdir. Ancak karaciğer depo organı olması nedeni ile gebelerde tüketimi önerilmemektedir.

folik asit

Tablo 1. Bazı besinlerin 100 gramlarının içerdiği ortalama folat miktarları (Türkiye Ulusal Gıda Kompozisyonu Veri Tabanı, 2018)

FOLİK ASİT EKSİKLİĞİ TANI TESTLERİ

Folik asit testi koldan alınan kan numunesi ile yapılmaktadır. Folat ve B12 vitaminlerinin düzeyleri ölçülür. Test öncesinde 6-8 saat açlık gerekir. Folat metabolizmasının değerlendirilebilmesi için MTHFR gen mutasyonu testi yapılabilir. Test, açlık durumu aranmadan koldan alınan kan numunesi ile yapılmaktadır.

 

depresyon nedir

Depresyon Nedir?

 

Majör depresif bozukluk olarak da bilinen depresyon, davranışlarınızı ve hislerinizi dolayısıyla da rutin işlerinizi olumsuz şekilde etkileyen ciddi bir psikiyatrik sorundur. Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) göre tüm dünyadaki yetişkinlerin yaklaşık olarak %5’i depresyon probleminden muzdariptir. Kronik bir üzüntü ve suçluluk hali, eskiden zevkle yapılan eylem ve faaliyetlere karşı duyulan ilginin veya zevkin azalması, kronik yorgunluk, uykusuzluk veya uyku kalitesinin azalması, konsantrasyonun zayıflaması ve bir işe odaklanmakta güçlük yaşama gibi bulgular ve hatta ölüm ya da intihar düşünceleri oldukça karakteristik olup temel depresyon belirtileri arasında sayılmaktadır. Depresyon, bireylerin işlevselliğini önemli ölçüde azalttığından küresel hastalık yükü üzerindeki önemli payına sürekli dikkat çekilmektedir.

Depresyon Türleri

Çoğu zaman “depresyon nedir?” sorusuna yanıt aranırken depresyonun tek tip bir sorun olduğu düşünülse de bu doğru değildir. İnsanları farklı düzeyde etkileyen ve farklı sorunlardan köken alan depresyon çeşitleri tanımlanmıştır. Haftanın her günü olmasa da çoğu gününde kendinizi depresif hissediyorsanız majör depresyon hastası olmanız olasıdır. İki yıl ya da dahafazla süren depresyonunuz varsa kalıcı depresif bozukluğa sahip olabilirsiniz. Bunlardan başka, bipolar bozukluğun eşlik ettiği manik depresyon, mevsim geçişlerinde sıkça rastlanan mevsimsel duygu durum bozukluğu, psikotik depresyon, doğum sonrasında sıkça gözlenen postpartum depresyon, atipik depresyon ve tedaviye dirençli depresyon gibi pek çok çeşidi de mevcuttur. Bu noktada kendinizde bazı belirtilerin olduğunu düşünüyorsanız doğru tedavinin yapılması için hangi depresyon türüne sahip olduğunuzu bilmek büyük önem taşımaktadır.

Depresyonun Nedenleri Nelerdir?

Depresyona sebep olabilecek çok çeşitli faktörler tanımlanmıştır. Bunlar arasında en iyi bilineni beynin kimyasal yapısındaki olumsuz değişikliklerdir. Beyin kimyası üzerinde söz sahibi olan en önemli kimyasallar nörotransmitterlerdir. Önemli bir nörotransmitter olan serotonin herkesin yakından bildiği, insanda mutluluk ve canlılık hissi yaratan bir moleküldür. Serotoninin yapımında yüksek düzeyde triptofan amino asiti kullanılmaktadır. Çikolatada da yüksek düzeyde triptofan bulunduğundan çikolata tüketilince mutlu olmanın sebebinin serotonin düzeyindeki artışa bağlı olabileceği düşünülmektedir. İnsanlarda IDO1 geni tarafından sentezlenen İndolamin-pirol 2,3-dioksijenaz (IDO), triptofan metabolizmasındaki kilit enzim olduğundan son dönemde yapılan çalışmalar depresyon üzerinde önemli etkileri olabileceğine işaret etmektedir. Bunlar haricinde genetik yapı ve kalıtsal özellikler, diyabet, parkinson ya da otoimmün hastalık öyküsü gibi başka hastalıkların var olmasının ve bazı ilaç türlerinin de depresyona neden olabilecek ya da depresyonun seyrini ve şiddetini değiştirebilecek önemli faktörler olduğu kanıtlanmıştır. Tüm bunlar arasında elbette kişilik özellikleri ve travmatik olaylar, depresyona yakalanmak için önemli paya sahiptir. Tüm bu biyolojik ve psikolojik özelliklerin bileşimi belirtilerin süresi ve depresyon evreleri üzerinde belirleyici olan ana unsuru oluşturmaktadır.

Depresyon Tanısına Yaklaşım

Depresyonun gelişiminde sadece psikolojik değil, aynı zamanda biyolojik faktörlerin de rol oynağı bilinmektedir. Biyolojik faktörlerin laboratuvar tanısı artık mümkündür ve depresif hastalarda bireyselleştirilmiş tedaviler için yeni bir yaklaşım sağlar. Son dönemlerde kan, idrar ve tükürükten bakılabilen hormon ve nörotransmitter madde düzeylerinin depresyon tanısına ve şiddetine yüksek düzeyde bir başarıyla işaret edebileceği anlaşılmış olup, bu uygulamalar rutin olarak kullanılmaya başlamıştır.

Depresyon-anksiyete paneli testi nörotransmitter denen tüm bu hormon yapılarının metabolizmasını ayrıntılı bir şekilde ölçerek şikayetlerin kök nedenini saptayabilir.

Uygun ve zamanında tedaviyle depresyondan kurtulmak kolaydır. Bu noktada doğru, kesin ve hızlı tanı almak sürecin en önemli noktasıdır.